"Geçmiş Olsun Pars"

82 12 15
                                    

Aradan iki gün geçmişti; sonbahar, kışın mağlubiyetine uğramış, gökyüzünde koyulaşan bulutlar, muhtevalarındaki yağışları yeryüzüne kusarcasına boca ederken soğuk esen rüzgârlar, insanların artık paltolara sarılma vaktinin geldiğini düşünmesini sağlıyordu. Çıplak ağaç dallarını döven, onların güçsüzlüğüyle dalga geçen sert rüzgârlar, çatılardaki kiremitlerin kıpırdamasına zemin hazırlıyor ve ani bir fırtınanın habercisi gibi bir ön hazırlık sunuyordu.

Riva’daki toplantı salonunda kurulan sobalar, içlerindeki odunların ateşe verilmesiyle sıcak bir atmosfer yaratmaya çalışırken kışın iyice geldiğini, sıcaklıkların başını alıp gittiğini ve artık bedenlerin üşüyeceğini haber verircesine fokurdayıp duruyordu. Herkes, masadaki yerini almıştı. Sadece başköşe boştu. Masadakiler, Hamdi’nin kendine geldiğini ve yakında sahalara döneceğini biliyordu. İçlerinden sadece birinin keyfi yerinde değildi. Silah işlerinin askıya alınması, İzam Ağa’nın canını sıkmışa benziyordu. Suratı asık, keyfi kaçık ve morali bozuk bir edayla derin bir suskunluğa bürünmüş, niyetini ve fikrini örtbas eden bir imaja sarılmıştı. Masadakiler de onun neden böyle olduğunu, suratının asık olduğunu bildikleri halde seslerini çıkaramıyor; gerekli olan her neyse, Pars dedikleri Hamdi’nin gelip çözüme kavuşturmasını istiyorlardı. Açıkçası kimse, ağayla muhatap dahi olmak istemiyordu. Yaklaşık yarım satir gelmişlerdi; Pars’ın mı geleceği veya Gaye’nin mi geleceği bilinmiyordu. Sadece kendilerine haber verilmiş ve toplantı için bir araya gelmişlerdi. Hamdi’nin daha tam toparlanamadığını, hastaneden çıkmadığını ve iyileşmek için gün saydığını bildikleri halde toplantıya çağırılmaları, onları da şaşırtmıştı.

“Pars gelmeyecek anlaşılan! Neden bizi çağırttı o zaman?” diye sıkılgan bir edayla soran İzam Ağa, masadakilerin jest ve mimiklerini yokladı; Payidar, sesini çıkarmadan önüne bakarken Jargon, parmaklarının arasına aldığı bir odun parçasıyla oyalanarak ağanın sorusunu duymazdan geldi. Kelpeten Cevat’ın asık suratla önüne bakışı, Tayfun’un ketum suskunluğu, Samet’in nedensiz tebessüm edişi ve Bahri’nin sanki oralı olmayışı, ağanın iyice canına dokundu. Bir şey demeden önüne dönen ağa, duyulan araba sesiyle sırtını sandalyeye yaslayıp hesap sorar pozisyona büründü. Az sonra bir adam, kapıda belirip esas duruşa geçti. Herkes, Pars’ın veya Gaye’nin içeri gireceğini düşünürken Kenan’ın içeri girmesi, büyük bir şok etkisi yarattı; Payidar, kavislenen kaşlarını Kenan’a dikerken Tayfun, kısık gözlerle Kenan’ı izledi. Kenan, diğerlerinin şaşkın bakışları arasında yürüdü, adımlarını ezdi ve gelip Pars’ın koltuğunu kendine doğru çekti. Yerinde doğrulan Jargon, Kenan’ın ne yapmak istediğini anlamak istercesine gözlerini kıstı. Kenan, koltuğa kurulurken herkesin şaşkın bakışları, kendi aralarında fink atıp durdu. Sırtını koltuğa yaslayan Kenan, herkesin suratını incelerken ağa, sanki tırnağına kıymık batmışçasına yerinde kaykıldı. Derin bir nefes alan Bahri:

“O koltuk; ritüellere göre Pars’a, oğluna, kızına veya varisi olabilecek damadına ait delikanlı! Neden oraya kurulduğunu öğrenebilir miyim?” diye sorunca Kenan, yüzünde hafif bir tebessümle:

“Pars, beni varisi tayin etti! Ben, Gaye üzerinden Pars’ın varisiyim!” der demez herkes, irkilerek bakıştı. Payidar, kısık bir sesle:

“Yani damadı?” diye mırıldanırken Samet, usulca başını sallayarak karşılık verdi. Jargon ve Cevat’ın bakışmaları, ağanın homurdanarak anlamsız bir şeyler söylemesi ve Bahri’nin gülümseyen gözleri, Kenan’ın katı bakışları arasında gerçekleşti.

“Bundan haberimiz yok!” diyen ağa, ortama gergin bir hava bahşetti. Kenan, ona dönerek:

“Yakında olacak!” derken Samet, hafif alaya kaçan bir sesle:

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin