"Ben Pars'ım"

37 9 1
                                    

Aniden silahını sıyıran Kenan,

“Sakın yanlış bir şey yapma!” diye bağırdı. Abdo ve Nazım’ın diğer adamları, Nazım’ın üstündeki bombaya şaşkın gözlerle bakıyordu. Gülümsedi Nazım; Abdo’nun telefonla konuştuklarını duymuş, kendince bir çıkar yol düşünmüş ve bu yolu tercih etmişti. Kendisi zaten bitmişti. Merkezle iletişime geçmek istiyor, ne kadar denese de bir türlü ulaşamıyordu. Demek merkez de ondan ümitlerini kesmişti. Mestan ve Kemik’in geri çekilmesi, canlarının derdine düştüklerin gösteriyordu. Hamdi ve diğerleri de bir adım geride duruyordu. Sadece Kenan, Nazım’ın dibinde durmuştu.

“İndir onu!”

“Bitti, buraya kadarmış! Kurul’un da, benim de sonumuz böyle!”

Kenan, silahın sapını sıkıca tutmuştu. Nazım’ın parmağı, pimin üzerinde durmuşken Kenan, yutkunarak:

“Bak, konuşabiliriz Nazım!” dedi.

“Neyi konuşacağız ya? Babamı öldürenler, şu arkanda duranlar değil mi? Hem sen ne ayaksın lan?”

Kenan, burnundan soludu. Belli ki Nazım, birazdan bir torba inciri berbat edecekti ve acilen bir şey yapması gerekiyordu. Onu direkt vursa, bütün gözler onun üstüne çekilecekti. Ne yapacaktı peki? Birden aldığı karar, bakışlarına soğuk bir ifade yerleştirdi. Hiç düşünmeden tetiğe bastı ve Nazım’ın pimi tutan ellerini hedef seçti. Bir öküzün böğürmesi gibi bağıran Nazım, elindeki pimi düşürünce diğer adamları, tetiklerine basmak için hamle yaptı ama Mestan’ın adamları, hızla havaya ateş açarak onların silahlarını bırakmaları için uyarıda bulundu. Tekrar ortama düşen sükunet, telaş ve endişeyi de beraber getirmişti.

“Evlat, iyi misin?” diye fısıldayarak soran Hamdi, acılar içerisinde inleyen Nazım’a göz ucuyla bakıp:

“İyiyim Pars!” diyen Kenan’a yakın durdu. Nazım, dişlerinin arasından:

“Evlat öyle mi? Neler olduğundan…” dedi ama bir anda ortamı kaplayan silah sesi, yürekleri ağızlara getirmeye yetti. Nerden ateş edildi, kim ateş etti ve nasıl oldu bilinmez ama Nazım, yüzükoyun yere düşerken şaşkınlıklar, bendinden taşan sular gibi her yanı kaplamıştı. Arkadan ensesine saplanan kurşun, Nazım’ı yere yıkmıştı. Lafı da yarım kalmış, nefesi de boğazında kalmıştı. Herkesin gözleri, ateş eden birini ararken ortalıkta kimsenin olmaması, yüzleri buruşturuyor ve gözleri iri bir şekle sokuyordu. Abdo ve adamlar, artık ne olursa olsun dercesine silahlarına sarılırken Kenan’ın ilk kurşunu, Abdo’nun alnına mimlenmişti. Hamdi’nin diğer adamları da, Nazım’ın diğer adamlarını kurşunlara meze ederken Mestan, silahını havaya kaldırıp üst üste tetiğe bastı. Bir anda bir sessizlik oluştu. Mestan, kendisini gölgeye çekip fark edilmek istemeyen Payidar’ın bakışlarını arasında bağırdı.

“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?”

Hamdi, bu sefer de Mestan’a döndü.

“Sen kimsin birader?”

Mestan, Hamdi’ye doğru bir iki adım atarken Payidar’ı görünce irkildi. Ama bozuntuya vermedi. Hamdi’nin karşısında durduğunda, bir gözüyle Payidar’a da bakarak:

“Ben Mestan Yazgan! Silah tüccarı… Bu herifler…” dedi ama duyulan araba sesleri, onların konuşmasına çelme takmıştı. İşin içine polis sirenleri de girince, bir telaş havası ortamı kapladı.

“Lafını unutma Mestan!” diyen Hamdi, diğerlerine dönüp:

“Acil durum protokolü!” diye bağırdı. Kenan bunu anlamamıştı. Hemen iki adam, silahlarını çekip öne atılırken diğer adamlar, Hamdi ve diğerlerine yol gösterdi.

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin