"Çeyiz Sandığı"

55 10 3
                                    

Kasım'a merhaba demişti İstanbul, kuru bir soğuklukla kucaklamıştı Kasım'ı, yılın on birinci ayına selam durmuş ve 2018'in sondan bir önceki ayına alay ederek bakıyordu. Marmara'nın gelgitleri, kıyıyı yalayıp kırbaçlayan dalgalar, 2018 ile dalga geçer gibiydi ve evet, bu sefer dalga denizde oluyordu.

İhale gerçekleşmemişti, Esen Esentürk işe talip olmaktan vazgeçmişti ve ortada tek bir talip kalmış, iş Hamdi Çeliker'e bırakılmıştı. Gerekli düzenini kurmuştu Hamdi, ağadan sonra bir durgunluk baş göstermiş ve sükûnet sinmişti her yere; Gaye de iyileşmiş, tabir caizse zımba gibi olmuştu. Bu aralar Kenan'la Hamdi arasından su sızmıyordu. Kenan, yeni işte her hazırlığı yapmış ve yaptırmış, en ufak bir eksiklik dahi yaşanmaması için elinden geleni ardına koymamıştı. Bir nevi Çelik Holding'in bütün işlerine koşturmuştu. Girilecek ihale, bir inşaat işi olduğu için ve Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinde gerçekleşeceği için Kenan, gerekli hazırlıkları tedarik etmişti. Bir hafta önce ekip yola çıkmış, şantiye alanları kurulmuş, ustalar işbaşı yapmış ve yakında start verilecekti. Viranşehir'de inşa edilecek olan yeni devlet hastanesi işi, Hamdi Çeliker ve Çelik Holding İnşaat A.Ş'ye verilmişti. Viranşehir'in tenha bir semtine, inşaat şirketinin bir nevi şubesi açılmıştı. İşlerle ilgilenecek müdür ve yardımcıları, diğer personeller ve araç gereçler, bu yeni şubeye getirtilmişti. İşler tıkırında, her şey rayında seyrediyordu. Ama Hamdi'nin kafasını kurcalayan bir şeyler vardı. Çalışma odasındaki kanepede oturmuş, önündeki kahve fincanından yükselen dumanları izlerken bir gözü de dışarıdaki havadaydı. Çetin bir kışın yaşanacağını haber veren bulutlar, sanki onlara ağlarcasına damlalarını boca ederken arada bir şimşekler çakıyor, göğün gürültüsü homurdanıyor ve bazen de dolular, iri misket taneleri gibi yeryüzünü taşa tutuyordu. Kahvesinden bir yudum alan Hamdi, Kenan'ın neden ağayı vurmak istemediğine aklı ermemişti. Bir türlü sormaya da fırsat bulamıyordu. Aklında bir de Kenan'la kızının nişanı vardı, onları nişanlamak ve çevresine duyurmak için bir plan kurmuştu ama o da bir türlü gerçekleşmiyordu. Bir hal çaresine bakacaktı artık.

Gayet rahat günler yaşamıştı Gaye; iyileşmiş, eskisinden daha sağlam bir şekilde geri dönmüştü ve döner dönmez de Kenan'ın başının etini yiyip duruyordu. Neden o kıza baktın, neden etrafını inceliyorsun, onunla bununla yüzgöz olma, kimseyle konuşma gibi laflarla çemkiriyor ve Kenan'ı usandırmaya çalışıyordu. Odasında dört dönüp dururken aklı Kenan'daydı, komadan çıktıktan sonra baya bir asabileşmiş, huyu değişmiş ve aldığı ilaçlarla, tabi bir de fiziken birazcık serpilmişti. Yanakları şişmiş, gözlerinin altındaki torbalar irileşmiş, dudaklarında da büyümeler meydana gelmişti. Tabi hepsinden bir gıdım...

"Nerdesin Kenan, nerdesin?" diye mırıldanıp telefonunu eline aldı ve Kenan'ın numarasını aradı. Kulağına dayadığında, telesekreterin ulaşılmıyor ikazıyla muhatap olunca, elindeki telefonu fırlatmamak için kendini zor tuttu. Ama Kenan gelecekti, gelecek ve nerde olduğunun hesabını verecekti.

***

Bir inşaat binasının en üst katında, balkon gibi terası da andıran bir bölmesinde, yağmurun yağışını izliyordu Kenan; damlalar ona isabet etmiyor, sadece montuna sarılıp soğuktan korunmaya çalışarak yağmuru izlemekle keyfini çıkarıyordu. Arkasında duran Musa, birazcık ıslanmış pardösünün ceplerine ellerini yerleştirmiş bir şekilde ona doğru yürüdü. Yürürken de:

"Yeni işiniz hayırlı olsun ecnebi!" diye seslendi. Kenan, ona dönmeden:

"Sen ne yapmaya çalışıyorsun reis?" diye sordu. Musa, Kenan'ın yanında durup:

"Hiçbir şey..." deyince Kenan, ona bakarak:

"Ya da devlet ne yapmaya çalışıyor?" diye sorusunu yeniledi. Musa, gülümseyerek:

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin