"Ölümün Galası"

49 11 18
                                    

“Bu da ne demek oluyor Pars?” diye sorup iri gözlerle bakan Tayfun, arkasında duran Kenan’ın nefesini resmen ensesinde hissediyordu. Hamdi, masadaki kaleme yan gözlerle baktı. Aklına gelen şey, bir şekilde yüzüne de yansımış olacak ki Kenan, Tayfun’a doğru bir adımla daha yakın durdu. Viladimir’in anlamaya çalışan bakışları vardı Kenan’ın üzerinde gezinen, kaleme odaklanan bir Hamdi girmişti lafa.

“Kâğıtta ne yazıyorsa, o! Bu oylama, senin hayatın içindi. Biz hepimiz, yaşamandan yana olduk ama sen, kendi ölümünü istedin Tayfun Sipahi!”

Kendi ismini ve soy ismini, ahenkli ve tehdit gibi Pars’ın dilinden duymuştu Tayfun; gözleri seğirirken bakışlarında biriken kindar ifade, Kenan’a göz ucuyla bakan Hamdi’nin üzerinden eksik olmuyordu. Tam ayağa kalkacaktı ki Kenan, elindeki plastik ipi hızla onun boynuna geçirdi. Payidar’ın irkilerek Hamdi’ye bakması, Bahri’nin ürkek bakışlarını kaçırıp Samet’le göz göze gelmesi, Jargon’un dudaklarının kıvrılması, Kelpeten’in Kenan’ı izlerken istem dışı yutkunması ve Viladimir’in korkuyla yerinde dikilmesi, Kenan’ın sımsıkı kavradığı plastik ipin gücünün altında debelenen Tayfun’un can havliyle hırıldamalarına karışıyordu. Ne yapıyordu Kenan, kendisine emredilen şeyi mi yerine getiriyordu? Düşünceler kafasını istila etti Kenan’ın; devlet işi diye girdiği bu işte öyle bir hale gelmişti ki, artık kendisini bile zor tanıyordu. Elinin altında kıvranan adamın ağzından püsküren köpüklere aldırmıyordu, elinin kolunun o yana bu yana savrulup durmasını umursamıyordu, titremeler içerisinde kıvranan bu bedene acımıyordu. Ne olmuştu Kenan’a?

“Dur Kenan!”

Duyulan ses, ortama rahat bir hava bahşederken Kenan, Hamdi’nin neden onu durdurduğunu merak ederek elini sabit tuttu. Elini kaldırmıştı Hamdi.

“Bırak onu!”

Kenan, yavaşça ve temkinli bir şekilde ipi serbest bıraktı. Giderek nefesleri normale dönen Tayfun, boğazını yırtan nefeslerden bile feragat etmek ister gibi sakin durmaya çalıştı. Bazı yerlerde biriken kanın damarlarda yol alırken etine zahmet vermesi, Tayfun’a acı olarak yansısa da nefesi, boğazını ve soluk borusunu tarumar eden bir tufan gibi onu zorluyordu.

“Hayatını bağışlıyorum Tayfun, seni azat ediyorum! Nefesini sana geri veriyorum. Ama sadık kalmak, sadakatle boyun eğmek ve Pars’ı tanımak şartıyla! Eğer bu hataların bir tekerrürü olursa, bu işin de bir tekerrürü olur ve geri dönüşü asla olmaz! Bunu unutma!”

Zor bela hırıltıların arasında sesini duyurmaya çalıştı.

“Ben Yediler’in bana dediklerinden başka bir şey yapmadım.”

“Kurul, Yediler’in görünen yüzü Tuğra’ya bağlı değildir. Tuğra, bize iş yaptırmaz, iş buyurmaz ve işimize asla karışamaz Tayfun! Bunu göz ardı etme!”

Tayfun, boğazını sımsıkı tutup yavaşça ayağa kalktı. Hâlâ yerinde oturan ve şaşkın gözlerle olanları izleyen Viladimir’e göz ucuyla baktıktan sonra:

“Hata insana, gafil insana mahsustur Pars!” diye sayıkladı. Hamdi, bir şey demeden masadakilere döndü.

“Toplantı bitmiştir.”

***

Marmara, koyu bir karanlığa kucak açarken serin havanın yerini ayaz alması, birazdan ayazın da soğuğa yer vereceği anlamına geliyordu. Yıldızların izne çıkması, ayın kayıplara karışması ve bulutların meydana inmesi, koca bir karanlık olarak yetmiş, yetmiş de artmıştı. Simsiyah bir gökyüzü, ayaz bir havayla işbirliği yaparak kışın sinyalini verir gibiydi.

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin