"Bana Mamoste Derler"

33 9 2
                                    

1 Hafta Sonra…

Mecidiyeköy bulvarında bekleyen genç bir çocuk, sırtındaki okul çantasının kopçalarını sıkıca tutarak durakta, şehir içi otobüsünün gelmesini beklemekteydi. Kapalı bir hava vardı, bazen sis de bastırıyor ve görüş açısına buğular bahşediyordu. İyice kışa hazırlık yapan mevsim, sanki sonbaharı teğet geçecekmiş gibi bir izlenim veriyordu. Birkaç kişi daha toplandı, çocuğun yanında arabayı beklerlerken bir kadın, birden avazı çıktığı kadar bağırdı. Diğerlerinde peyda olan endişe ve telaş, kadının işaret ettiği yöne baktıklarında kat be kat artmıştı. Yerdeki bebek, oyuncak mıydı yoksa gerçek miydi bilinmez ama gözleri oyulmuş ve sanki dijital bir cihaz yerleştirilmişti. Sırtında çantası olan çocuk, cesaretli bir şekilde yerdeki bebeğe yaklaşırken az önce bağıran kadın, fenalaşarak yere yığılmıştı. Diğerleri, kadını ayıltmak için uğraşıp dururken çocuk, bebeğin başında durdu.

Giderek kalabalıklaşıyordu durak, her gelen yerdeki kadına bakıyor, ilgileniyormuş gibi yaparak aslında oralı bile olmuyorlardı. Çocuk, eğilerek bebeği yerden aldığında kalabalık, onun ne yapmaya çalıştığını merak ederek izlemeye başladı. Çocuk, nedense oyulmuş gözde yanıp sönen ışığa dikkat kesildi. Bir de bebeğin içinden saatin tik takları gibi sesler gelince daha bir meraklandı ve bebeği, yavaşça kulaklarına doğru götürdü. Oyuncak bebekti, bir el boyunu aşan bir cüssesi vardı ve çocuk, kulağına yaklaştırdığı bebeğin içinden gelen seslere kulak kesilince yutkundu. Gerisi, koca bir patlama ve etrafa savrulan insanlar oldu. Yer göğü yararcasına yükselen alevler, bombanın şiddetinin göstergesiydi. İlerdeki bir iki aracın camları tuzla buz olurken çevreden gelip geçen insanların da savrularak yere düşmesi, patlamanın şiddetini gözler önüne seriyordu. Ötüp duran sirenler, haykırışlar, bağırışlar ve acı dolu inlemeler, otobüs durağının ana temasını teşkil ediyordu.

Beykoz’un işlek bir caddesinde, elindeki valizi bir tenhaya bırakmıştı adam; üstündeki deri monta sıkıca sarılarak ve kafasına geçirdiği kapüşona dikkat ederek adımlarını hızla atarken kalabalığın oradan buraya dolanması, onun yüzünü gülümsetmişti. Attığı her adım, soluduğu her nefes ve gördüğü her kare, onun için keyif kaynağıydı. Başka bir sokağa daldığında, kafasındaki kapüşonu çıkardı; ela gözlerindeki kindar ifadeler, kumral çehresindeki öfke tonları ve kirli sakallarındaki nefret emareleri, gözle görülebilecek kadar belirgin ve aleniydi.

Bir apartmanın asansörüne binerken cebinden çıkardığı uzaktan kumandanın kırmızı yanan düğmesine baktı; yüzündeki tebessüm, daha bir belirgin olurken asansörün kapısı açıldı ve bir kadın, elindeki çantasını koluna takarak bindi. Adam, kumandayı ondan gizleyerek kadının yüzünü inceledi. İnce ve düzgün bir burun, süt beyazı bir ten, kapkara ve ipiri gözler, adamın bakmasını uzatıyordu. Adam baktıkça kadın, sıkılgan bir şekilde nefes alıyor; kadın sıkıldıkça adam, bakmaya devam ediyordu. Nihayet kapı açıldığında adam, kadının sıkılgan bakışları arasında asansörden inmek için kapıya doğru yürüdüğünde durdu, kadına döndü ve kadının anlamsız bakışlarına aldırmadan, hafifçe kadına yaklaştı. Kadın ondan uzaklaşmak istedikçe adam, biraz daha yakın durdu kadına ve gözlerinin içine bakarak fısıldadı.

“Ölmek için çok güzelsin!”

İrkildi kadın, başka da bir şey demeden asansörden çıkan adamın arkasından bakarken yutkundu; ne demişti bu adam, neyi kast etmişti ve neyden bahsetmişti diye düşünürken asansörün kapısı kapandı.

Binanın çatısına çıkan adam, apartmandan çıkmakta olan deminki güzel kadını gördüğünde, suratında hayıflı bir ifade belirmişti. Ellerini montun ceplerine koyarak beklerken, demin valizi bıraktığı yeri net bir şekilde görebiliyordu. Birkaç insanın, valizin başında beklediklerini görünce gülümsedi ama az önceki güzel kadının da onların yanına gittiğini görünce, gülümsemesi yarım kaldı.

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin