fourtyfour : myself

1.8K 120 53
                                    

(...)

Örgülü olan saçlarımın ucundaki lastiği çıkardım ve etrafa yayılan şampuan kokusuyla gülümsedim. Son derece temiz hissediyordum, ev her ne kadar temiz olmasa da.

Dün akşam düşünüp taşınmıştım: evet, artık yanımda JungKook olmayabilirdi. İlk tanıştığımız zaman da yanımda yoktu zaten. Kısa süre içinde yanımda yer almıştı, bir anda benim bir parçam olmuştu. Bu yüzden umutluydum, onu geri kazanabilirdim.

O olmadan bir hiç gibi hissetme duygusu benden azıcık uzaklaşmıştı. Artık yalnızca hayatımda bir eksik varmış gibi hissediyordum. Dolu olması gereken yerde bir boşluk varmış gibi. Bu da geçer, diye düşünebilirdim elbet ama yine de onu hayatımdan çıkarmak istemiyordum.

Zorluklarla karşılaştığımda benim için kurtarıcı rolünü oynamıştı o. Gerektiğinde elimden tutup beni kurtarmış, bazen de bana bir şeyler öğretip kendi kendime başa çıkmayı öğretmeye çalışmıştı. Hata bendeydi. Ona fazla yüklenmiştim. Biraz daha çabalasam kendi kendime kurtulabilirdim belki de.

Bundan sonra yapmam gereken iki şey vardı: birincisi JungKook'u geri kazanmak, ikincisi de kendi kendime bir şeyler başarmaktı. En azından kendi gelişimim için.

Aynadaki yansımama bakarak mırıldandım. "Bugün kendine gelmelisin. Kendin olmalısın. Kendin bir şeyler başarmalısın... Güçlü olmalısın." Gülümsedim. Umarım bu dediklerim cümlelerimde kalmaz, eylemlerime de yansırdı.

 Banyodan çıkarken bugün dans kursuna gideceğim de aklıma gelmişti. Bu yüzden hemen dolabım ilerleyip bir tayt ile uzun bir hoodie aldım. Dolabın en arkasında asılı olan hafif kirli, mavi hoodie dikkatimi çekti. JungKook'un hoodiesi...

 Her şeye rağmen, o hoodieye bir kere bile dokunmadan dolabın kapağını kapattım ve elimdeki kıyafetleri yatağın üstünde katladım. Ardından sırt çantamın içine yerleştirdim. Çantamdan anahtar ve cüzdanımı kontrol ettim.

 Çantayı elime alırken kapımın yanında şarjda duran telefonumu da elime aldım ve adaptörü prizden çıkardım. Ardından odamdan çıktım. 

 Evin içinde ses yoktu. Sessizdi. Abim evden erken çıkmıştı anlaşılan. 

 Çokta buna takılmadan kapının yanındaki montumu üstüme geçirdim ve ardından botlarımı giydim. Çantamı da sırtıma aldıktan sonra evden çıktım. 

 Montumun cebindeki kulaklığı çıkarıp düzleştirmeye çalışırken kaldırımda adımlamaya devam ediyordum. Telefonumu da çıkarıp kulaklığı yerine taktıktan sonra kulaklığın tek tarafını kulağıma yerleştirdim. Müziği başlattım.

 Ruh halimi yansıtan şarkılar dinlemek istiyordum. Hareketli, canlı, neşeli müzikler... Üzgün hissetmiyordum daha fazla, aksine neşeliydim çünkü umudum vardı. JungKook'u geri kazanmak için bir umudum vardı. Bu umut beni ayakta tutuyordu. JungKook'un hala beni sevdiğini hissediyor gibiydim. 

  Çalma listemden en hareketli şarkılardan birini seçtim ve müziğin sesini biraz yükselttim. Otobüs durağına ilerlerken bu mahallenin boşluğu dikkatimi çekmişti. Sokak lambaları yeni kapanmıştı çünkü gün daha yeni aydınlanıyordu. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Morlu, mavili ve turuncunun tonların ele geçirdiği gökyüzü çok güzeldi. Canlı hissediyordum.

  Müziğe ritmik adımlar atarken otobüs durağına yaklaşmıştım. Sokak artık kalabalıklaşmaya başlamış, elinde çantası ve üstünde resmi gözüken kıyafetleriyle koşuşturan insanlar çoğalmıştı. Benim gibi pek çok öğrenci de vardı sokakta. Kimisi elindeki kitabı okuyor, kimisi de telefonuna bakıyordu.

saver || jeon jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin