Bölüm Şarkısı: Sena Şener: Porselen kalbim 🎵
Bölüm öncesinde, "keyifli okumalar" dilemeye elim varmıyor. Yazarken benim de pek keyif almadığım bir bölümdü çünkü...
Doğmadan önce, dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilseydik yine de buraya gelmek ister miydik? Bu kadar acı varken, insanların birbirine olan nefreti dinmezken, kalpler düşünülmeden kırılırken, umutsuzluk her bir yanı sarmışken...
Amacı, kendisini mal yerine koyduğunu düşündüğü adamı, kararından vazgeçirmekti. Zoruna gitmişti, hangi insanın gitmezdi ki zaten? İnsanlar mal mıydı da para ile satılsın? Yıllarca, başlık parası adı altında dönen iğrençlikleri duymaktan gına gelmişti. Erkek, bir bireydi de kadın değil miydi? Bu durumu doğal karşılayanlara şu soruyu sormak gerekiyordu: Madem bu kadar normal, o zaman erkeklerin de başlık parası olsun. Nasıl fikir?
Can havliyle söylenen cümlenin üzerine, tek kelime etmedi Savaş. Defne'nin kolundan tutuğu gibi, onu peşinden sürükleyip arabasına götürdü. Bağırmıyordu, kızmıyordu da. Ancak, direksiyonu sıkmaktan damarları belirginleşen ellerinden, seğiren göz ve çenesinden, hızlı sürdüğü arabadan, nasıl bir öfkenin içinde olduğu bariz bir şekilde hissediliyordu.
Evden ayrılmadan önce, telefonuyla birilerini aramış ve yarım saat içerisinde klinikte olmasını söylemişti. Defne, bir kliniğe gideceklerini tahmin ediyordu ancak bunun bir kadın doğum kliniği olmaması için dua ediyordu. Çünkü, karşı atak olarak ve kurtulmak için can havliyle söylediği yalanı ortaya çıkacaktı. Bunun öğrenilmesi hiç iyi olmazdı, çünkü Savaş Hancıoğlu'ndan ölse bile kurtulamazdı. Zaten adamın gözünde yalana ortakçılık eden biri konumundaydı, gerçek ortaya çıkarsa tam bir yalancı olurdu artık.
Arabada büyük bir sessizlik hakimdi. Fırtına öncesi sessizlik... Defne'de içinde bulunduğu atmosferin farkında olduğundan susuyordu. Yol su gibi akıp giderken, kısa süre sonra bir binanın önünde durdular. Arabadan ilk önce Savaş indi. Hızlı bir şekilde Defne'nin tarafına gidip, onu da çıkardı ve kolundan tutup peşinden sürükledi. Konuşmuyordu yine. Onun amacının ne olduğunu bilememek, genç kızı korkutuyordu. Bu kadar sakin kalması normal değildi. Elbette adamı enine boyuna tanımıyordu ama son birkaç gündür az da olsa gözlemlemişti. Garipti.
Sürüklendikçe, içindeki merak da artış gösterdiğinden, geldikleri yere bir göz gezdirme ihtiyacı hissetti. Kafasını kaldırıp, önlerinde duran binanın tabelasında yazan Engin Cemal Kadın-Doğum Kliniği yazısını görünce, nefesi kesildi. Sanki, karnından yumruk yemişti. Yandığını, hatta daha fazla yanmak için ateşine odun attığını görüyordu genç kız. Hiç bir zaman çocuğunun olmamasını dileyecek kadar çaresizdi şimdi.
Klinikten içeriye girdikleri an, bir kapının önüne gittiler. Savaş, çalma zahmetinde bulunmadığı kapıyı bir hışımla açtı ve kıskacı altında tuttuğu kızı da kendisiyle birlikte içeri soktu. Girdikleri odada, 20'li yaşların sonunda bir adam vardı, muhtemelen bu klinik onundu.
"Umarım gecenin bu saatinde beni buraya dikmen için geçerli bir nedenin vardır Savaş, ki eğer yoksa Antalya'daki otellerinden birine 1 aylığına bedavaya tatile giderim haberin olsun." diyen adam, tarafından karşılandılar. Şaşkındı Defne. Ona göre Savaş; "Asarım, keserim" diyen, korkutucu biriydi . Karşısındaki adam, onunla böyle konuşabiliyorsa, eceline susamış olmalıydı.
"Hiç havamda değilim Engin. Zaten sinirim tepemde, bir de senin zırvalıklarınla uğraşmak istemiyorum." Dakikalardır kendisini sessizlik orucuna sokan adamın, sesini duymak, Defne'yi ürkütmüştü. Onun sinirinin sebebini bilmek, tahmin edilmesi zor bir konu değildi. Gerçeklerin ortaya çıkmasının sıkıntısı çöktü içine. Söylediği yalanın, gerçek olmasını diliyordu hala.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUTSUZ
General FictionKapak tasarımı için @bsudeee ye çok teşekkür ederim 💜 13.08.2019- Umutsuz'un ilk yayımlandığı tarih