Bölüm şarkısı: Hande Yener-Armağan
Defne'den
Aklımı meşgul etsin diye okumak üzere elime aldığım kitabın sayfalarını, yarım saate yakındır çevirip duruyordum. Yazılanları okumak benim için oldukça güçtü, odaklanamıyordum. Üzerinden iki gün kadar geçmişti ama benim aklım hala o gündeydi: Savaş'la az kalsın öpüşeceğimiz o günde...
Direncimi kaybettiğim, aklımı yitirdiğim, tüm duvarlarımı indirdiğim, buzlarımı kırdığım, mesafelerimi hiç ettiğim değişik bir andı. İradesizliğin kitabını yazmıştım. Tüm ipler benim elimdeyken, birden Savaş'ın eline geçmişti. Zorla almamıştı, ben vermiştim.
Utanç, kızgınlık ve şaşkınlık... İki gündür ağır şekilde yaşadığım, bana eşlik eden duygulardandı.
Utanıyordum. Çünkü, Savaş'la böylesine bir yakınlaşmaya alışık değildim. Oysa, ne kadar trajikomikti bu durum. Sanki karnımdaki bebekler, telepati yoluyla olmuştu. Sıfır temasla yerleşmişlerdi içime (!).
Daha öncesinde, yakınlaşmanın alasını yaşamıştık. Ancak o zamankiyle bu zamanki arasında dağlar kadar fark vardı. O zamanlar duygusuzduk, mecburiyetlerimiz vardı ve asla birleşemeyecek iki ayrı kutuptuk. Şimdiyse, duygularımız vardı. Yine iki zıt kutuptuk ama birbirimize doğru çekilmiştik.
Onunla, geldiğimiz pozisyon beni utandırıyordu. Her zaman aramıza mesafeler koyan benken, bu sefer kendimi dizginleyememiş olmam ve benliğimi onun avucunun içine koşulsuzca bırakmam, utançtan yüzümü kızartıyordu.
Kendime kızıyordum. Çünkü, bunca olaya rağmen Savaş'a karşı hislerimin oluşmaya başlaması, saçmalıktan başka bir şey değildi. İnsan, affedemediği birine karşı hisler besler mi? Alışkanlığı, sevgiye olan açlığımı, Savaş'tan gördüğüm ilgi ve alakayı, yanlış bir duruma mı yoruyordum acaba?
İki gündür, kaçabildiğim kadar kaçıyordum ondan. Ancak, yavaş yavaş doğuma yaklaşan bedenim yüzünden, hareket kapasitem iyice azalmıştı. İki adım atarken bile, nefes nefese kalıyordum. Bitmek bilmeyen sırt ağrılarım vardı. Karnımın ağırlığı üzerlerine bindiğinden, ayaklarım şişip duruyordu.
Bu çilekeş halimi fark etmiş olacak ki, kendimi daha fazla yormamam için, o günle ilgili ağzından tek bir kelimenin dahi çıkmayacağının sözünü vermişti Savaş. Ben de çıkması dahilinde, ona küseceğime dair tehditvari konuşup, onun gözünü korkutmuştum. Benimle küsmeyi göze alamayacağını bilmenin rahatlığıyla, kaçma eylemimden vazgeçmiştim böylece.
Elimdeki kitabın yapraklarına daha fazla eziyet çektirmek istemediğimden, kapağını kapatıp, yan tarafımdaki komodinin üzerine bıraktım. Sırtım, yatak başlığına dayalıydı. Uzanmak bile benim için zahmetli hale geldiğinden, kollarımı iki yanımda sabitleyip, bedenimi yavaşça yatağa ittim. Koşmamıştım, hatta yürümemiştim bile. Alt tarafı yatağıma uzanıyordum ancak onda bile nefes nefeseydim.
Sırt üstü uzanırken, birden odamın kapısı açıldı. Gelen, Savaş'tan başkası değildi.
"Uyuyor muydun? Keşke uyandırmasaydım seni." Uyuduğumu ancak onun tarafından uyandırıldığımı sanıyordu. Sandığı gibi bir durum yoktu.
"Yok, uyandırmadın beni. Oturmaktan sıkılmıştım, uzanayım dedim." Onunla konuşurken zorluk yaşamamak adına, az da olsa toparlanmaya çalıştım. Fakat, buna izin vermedi.
"Gülüm uzansana, bozma rahatını benim yüzümden." dedi. Sonrasında, yeni fark etmiş gibi elindeki dosyaya kaydı gözleri. Ne yalan söyleyeyim, odaya girdiğinden beri tüm dikkatim onun yüzünde olduğundan, elinde taşıdığı dosyayı fark edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUTSUZ
General FictionKapak tasarımı için @bsudeee ye çok teşekkür ederim 💜 13.08.2019- Umutsuz'un ilk yayımlandığı tarih