45. Kaybetme Korkusu

34.9K 2K 962
                                    

11 Mart 2022 Cuma

Bölüm şarkısı: Burcu Güneş, Enbe Orkestrası-Unutma Beni Çiçekleri

Hayatlarının bir günü bari huzurla geçsin be! Yetmedi mi acılar? Bitmeyecek mi göz yaşları? Hep mi umutsuz, mutsuz, huzursuz olacaklar? Koca bir dram kitabının içinde, trajik bir son için seçilmiş kahramanlar gibiydiler. Bu kitabın mutlu sonu olmayacak mı hiç?

Dramların içinde bile ara ara yaşanan mutlu anlar olur, çünkü hayatın normal akışına uyan budur; acılar gibi tatlılıklar, üzüntüler gibi mutluluklar, umutsuzluklar gibi umutlar da vardır hayatta. Peki, onların hayatlarında neden böyle değildi? Onların hayatları, neden bu normal akışa uymuyor, kurallara tabii tutmuyordu kendini?

Soruların arasında boğulduğunu düşündü. Cevaplarını adı kadar bildiği, hatta karşısındaki pencerenin arkasında cansız bir vaziyette yatan karısının da bildiği sorular... Defne'nin bu halde olmasının, heyecanla beklediği yavrularını kucağına alamamasının en büyük nedeni olarak kendini görüyordu Savaş. Hem neden görmesin ki?

Daha ne yaşatabilirdi ki ona? Daha ne kadar acıtabilirdi canını? Dayanamamıştı sonunda, her şeyin ceremesini yine Defne'si çekmişti. Geriyeyse, eli kolu bağlı bir vaziyette kalansa kendisiydi. İliğini, kemiğini sömürmek diye bir deyim vardır ya, bunun tam da kendisine uyduğunu düşünüyordu Savaş. Gül gibi karısının neyi var neyi yoksa, bir vakum gibi çekmişti sanki.

Aslında yabancısı değildi. Bazı yönleriyle benzerlik taşıyan bir olay da yaşamıştı geçmişte. O zamanlarda da karısını hastane köşelerinde bekleyen bir adamdı. Kanser yüzünden, yeni doğan bebeğine bile dokunması mümkün olmayan bir kadının acısını yaşamıştı.

O acıyla şu an ki acısını kıyasladığında, aslında ne kadar da güçsüz düştüğünü gördü Savaş. Çaresizce beklemenin ne demek olduğunu bilirdi ama bu bambaşkaydı. Üstelik, o zamanlarda pişman olan ve içi vicdan azabı yüzünden fokur fokur kaynayan bir adam değildi; kendini bir şekilde ayakta tutabiliyor, dayanması gerektiğini düşünüyordu. Ancak, şimdi bu düşüncelerin kenarından köşesinden dahi geçmiyordu. Defne'siz bir hiç olduğunu düşünüyordu.

Çok zormuş. İnsanın içini kora çevirir de usul usul yakar, göğsüne bilmem kaç tonluk bir taş gibi oturur, nefes almayı işkence haline getirir, beklemeyi ölüme eşdeğer tutar, insanın hayatındaki tüm renkleri silip de siyaha çevirirmiş... Vicdan azabı ne kadar kötüymüş? Hele hele insanın, sevdiğine karşı olanı... Onlarca, yüzlerce hatta sonsuz sayıda bıçak darbesi alsa, belki de şu an karısını beklerken ki yaşadığı acıyı vermezdi ona.

Kaç gün oldu? 3 mü ya da 4 mü? Açıkçası, sayacak ne hali vardı ne de aklı. Ölü bir balıktan farksızdı, canlılığından söz edilemezdi. Doğumdan bugüne ağzına ne bir lokma sürmüş ne de boğazından bir yudum su geçirmişti. Yapılan sakinleştirici iğnelerinin, vücut direncini korumak için verilen serum takviyelerinin haddi hesabı yoktu.

Ağlamaktan ve uykusuzluktan olsa gerek, göz altları iyice morarmış, içleri kan çanağına dönmüş, parlaklığını yitirmişti. Saçları darmadağındı ve sakalları iyice gürleşmeye başlamıştı. Defne'nin doğum günü için hazırlandığı sabah, özenle giyindiği beyaz gömlek ve siyah keten pantolon vardı hala üzerinde. Sanki onun için, Defne'nin doğuma alındığı anda durmuştu zaman. Dünya, dönmeyi bırakmış, akrep ve yelkovan birbirini kovalamaktan vazgeçmişti.

İnsanın düşünecek zamanı olunca, çok şeyi gözden geçirme fırsatı oluyormuş. Çok şey dank ediyormuş kafasına, akıl süzgecinden bir sürü iş-eylem ayıklanıyormuş.

UMUTSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin