50. Suç

27.5K 1.7K 979
                                    

Bölüm şarkısı: Harun Kolçak, Gökhan Türkmen- Yanımda Kal

Keyifli okumalar, sevgili okurlar...

(Bölüme geçmeden önce, 51. bölüm de yayımlandı. Bazılarınız bu bölümü yeni okuyorsanız, lütfen 51. bölümün yayımlandığını da bilin. Tekrardan keyifli okumalar :))

Defne, odasının penceresinin önünde, kollarını da bacaklarına sarmış vaziyette durgun durgun oturuyor, bir taraftan da dışarıda yağan yağmuru izliyordu. Aşırı derecede seyir eden sıcağı bastıracak şekilde şiddetli yağan yaz yağmuru, genç kadının içindeki üzüntüyü de sanki beraberinde götürüyordu. Kocası, üzülmemesini söylemesine rağmen, üzülüyordu. Hem, üzülmemek mümkün müydü? Yirmi bir yıllık süre boyunca, dünya üzerinde nefes alıyor, yaşamaya çalışıyordu. Bunca geçen zamanda, kan bağı olan insanların zihinlerinin ve kalplerinin en ufak köşelerinde yer edemeyişine üzülünmez miydi?

Babasının öldüğünü ve annesinin de onun ölümünün ardından başka bir adama kaçtığını öğrendiğinde, üç ya da dört yaşlarındaydı. Normalde, küçücük bir çocuğun böylesine acı gerçekleri öğrenmesine engel olunur, öğretilecekse bile bunun için belirli bir zaman aralığı geçmesi sağlanırdı. Ancak o, küçücük yaşında öğrenmişti her şeyi. Çünkü, yanlış bir hareket yapsa ya da aile üyelerinin duymak istemediği şeyleri söylese, kendi anne-babasının durumu başına kakılır, yetim-öksüz diye azarlanırdı. Bu azarlamalar ve söylenmeler, genelde amcası evde olmadığı zaman yapılırdı. Özellikle yengesi ve Öznur tarafından, türlü türlü hakaretlere maruz kalır, onların fiziksel şiddetine uğrardı.

Öznur'u düşündü... Onunla anlaşması, neredeyse imkansıza yakındı. Ne yapsa ne etse bir türlü yaranamazdı ona. Onunla iyi anlaşabilmek, ona kendini sevdirebilmek için uğraşırdı. Ancak, Öznur bu uğraşların hiçbirini umursamaz, başına buyruk davranır, Defne ile alay ederdi. Üstelik, yaptıkları bunlarla da sınırlı kalmazdı. Konu komşunun kızlarıyla bir olur, Defne'yi döverdi. Bütün bunların ardından Defne, canının acısından ister istemez ağlardı ve yengesi de sanki dövülen o değilmiş gibi, gelip ona kızardı. Bir yaramazlık yapmasa, kızının asla vurmayacağını söylerdi. Bir de zehir zemberek sözlerini söylemekten geri durmazdı tabii: 'Annen bile senin ne kadar yaramaz olacağını kestirip, seni başından savıp, bizim üstümüze atıp gitti.' Defne, kim bilir kaç farklı olayda, kaç kez duymuştu bu cümlelerin bir benzerlerini.

'Analı-kızlı, gül gibi kayınımın başını yediniz. Size bakacağım diye, o tarla senin bu tarla benim çalıştı da öldü gitti adamcağız.'

'Anan mıyız baban mıyız? Daha kendi çoluğumuza çocuğumuza zor yetiyoruz, bir de seninle mi uğraşacağız?'

Bu ve benzerleri gibi kırıcı ve yaralayıcı konuşmaları hatırladı. Bunları, bizzat yengesi söylerdi ona. Defne, annesinden daha fazla emeği ve katkısı olduğu için, onun sözlerine hiç karşılık vermez, karşısına dikilmezdi. Yengesinden duyduğu bu sözler, okuluyla ilgili bir eşya ya da ihtiyaçlarıyla ilgili küçücük bir şey istese kurulurdu. Gerçi, çok büyük istekleri de olmazdı Defne'nin. Ancak, ailesi bildiği insanların gözüne devasa görünürdü demek ki.

'Aşını veriyoruz, yatağını veriyoruz, daha ne istiyorsun bizden? Beğenmiyorsan, o kocaya kaçan ananın yanına git!'

'Şükret haline şükret! Üvey babasının yanında kalan kızların başına neler geldiğini görüyoruz televizyonlardan. Kiminin ırzına geçiliyor, kimisi kocaya satılıyor.'

UMUTSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin