Bölüm şarkısı: Sezen Aksu-Gidiyorum 🎶
Dinmek bilmeyen, artarak çoğalan bir baş ağrısı vardı yine. Bundan dolayı olsa gerek, suratı asık, enerjisi bitik, gözlerinin feri sönmüş, beti benzi atmış bir vaziyetteydi. Elleri şakaklarında, sakin sakin ovuyordu ancak işe yaradığı yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen, ayrıntılarda boğulup aklını kaçırma raddesine gelen ve uykularını da bu yüzden ziyan eden biriyseniz, bitmek bilmeyen baş ağrıları en yakın arkadaşınız oluveriyordu.
Dün gece, Savaş'ın itirafını düşünüp durmaktan, ne kadar uyumaya çalışırsa çalışsın başarılı olamamıştı. Uyuyamadığı gecelerin ertesi sabahları, şiddetli bir baş ağrısı çekerdi ki, şu an da durumu tam da böyleydi. Sanki, başı bir kazandı da birileri kepçe ile güm güm vuruyordu içine. Yavaşça kalktı Savaş'ın yatağından. Saatler önce yaşananlar yüzünden, buradaydı. Kendi odasına gitmeliydi artık. Hem, o öfke anının izleri, yani cam kırıkları, çoktan temizlenmiş olmalıydı.
Savaş'ın odasından , kendi odasına girdiğinde, tam da tahmin ettiği gibiydi, her yer tertemizdi. Saatler öncesinde meydana gelen olaylar, zihninde tekrardan canlansa da bunları hızlı bir şekilde geri itti. Güneş, tepelerin ardından doğmak üzereydi. Gün doğumunu izlerse, bir nebze de olsa iyi hissedebilirdi belki. Bu yüzden, soluğu penceresinin önünde aldı.
Savaş, onu hangi ara sevmişti acaba? Bu soru, sabaha kadar beyninde dolanıp durmuştu. Çünkü, Savaş gibi bir adamın, onu sevmesi saçmalık olarak geliyordu kulağına. Yaşanan sıralı ölümlerden, bir buçuk aya yakındır odasından çıkmıyor oluşundan, geçmişlerinde yaşadıkları acı olaylardan hangi ara vakit bulmuştu da sevmeye başlamıştı? Bu kadar hengamenin arasında mantıksız değil miydi bu sevgi? Kendine yapılan hakaretleri, kötülükleri, eziyetleri, küçük düşürmeleri saymıyordu bile. Bunlar, seven insanın yapacağı türden şeyler değildi. Bu işte bir gariplik vardı.
Her şeye muhalefet olmak istediğinden değildi, ancak Savaş'ın yanıldığını düşünüyordu. Sonuçta o, büyük bir boşluktaydı şu an ve bu boşluğu, birilerini sevdiğini sanarak doldurmaya çalışıyor olabilirdi. Boşluktan kastı, yıllarca sevdiği ve ölse bile hala sevmeye devam ettiği eski karısıydı. Yıllarını onunla doldurmuşken, onun tarafından ihanete uğramış olması, Savaş'ı bilinmezliğe sürüklemişti muhtemelen. Ya Alara? O da Savaş için bir boşluktu mesela. Yıllarını, onun hastalığıyla geçirmişken, onun varlığına tutunmuşken, ölümü onu yarım bırakmıştı. Elinde avucunda bir şey kalmadığından olsa gerek, kendini sevgiyle avutmaya çalışıyordu belli ki.
Omuzları düştü, gün doğumunu izlemekten vazgeçip, yatağına oturdu. Üzülmüştü gerçekten. Bu gibi olaylar yaşanmasa, Savaş'ın hareketleri biraz tutarlı olsa, ona inanabilirdi. Ancak, gerçekler ortadaydı. Savaş'ı, bencil biri olarak görüyordu. Kendini iyi edebilmek ve içinde bulunduğu zor süreçten kurtulmak için, sevgi yalanının arkasına saklanması büyük haksızlıktı. Düştüğü bataklıktan çıkmak için, birilerini kullanacaktı. Defne, o birilerinden olamazdı. Belki gerçekti ya da değildi. Bu, önemli değildi şu an. Onun, düşünmesi gereken bir hayatı ve bebekleri vardı. Savaş'ın belli belirsiz sularına kapılıp, hayatını riske atıp, boğulamazdı. Savaş'ın akıntısına kapılmak demek, üzülmek demekti. Defne, bu haksızlığı kendisine ve bebeklerine yapamazdı.
Düşündükçe, başının ağrısı daha da arttı. Oturduğu yataktan kalktı, banyoya gitse iyi olacaktı. Biraz yıkanmalıydı. Sıcak su, ağrılarını hafifletirdi belki. Akıp giden su, beraberinde dertlerini ve bilinmezliklerini de alır götürürdü.
Umduğu gibi de olmuştu. Bir nebze de olsa iyiydi hali. Yemeğini yiyip, üzerine bir de iki-üç saat uyursa, iyice toparlanacağından emindi. Saat, neredeyse sabahın dokuzuydu. Kahvaltı etmek için, mutfağa gitse iyi olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUTSUZ
General FictionKapak tasarımı için @bsudeee ye çok teşekkür ederim 💜 13.08.2019- Umutsuz'un ilk yayımlandığı tarih