10

323 123 50
                                    

-

Akşam yemeğinden sonra odama çekilmek istemiştim. Galiba özlediğim şeylerden biride kağıda, kaleme belki bir deftere , kitaba dokunmaktı. Bugünkü işlediğimiz dersleri bir deftere temize çektim ve okul kitaplarını açıp bakmaya başladım. Yeni ders programımı panoma astıktan sonra yarınki dersler için genel bir tekrar yaptım. Bildiğim konulardı. Üzerinde fazla durmadım. 

Yatağıma geçip sosyal medya hesaplarımı karıştırmaya başladım. Uzun zamandır bir gönderi paylaşmıyordum. Gelen mesajlarımı kontrol ederken istek kutusunda bir fake hesaba rastladım. Bir mail bırakıp oradan iletişime geçmek istediğini yazmıştı. Mesajı gördüğüm anda hızla gönderdiği mesajı geri çekti. Yattığım yerden hızla kalktım. O sırada kapım tıklandı. Daha ses vermeden içeri ihtiyar girdi.

''Yorgun görünüyorsun. Okul nasıldı?'' Telefonu cebime koyduktan sonra saçımı düzeltip konuştum. 

''İlk gün bir sürü insanla tanıştım. Alışıyorum..''

''Hızlı uyum sağlayacağını biliyordum. Telefonuna gelen maile bakmak istiyorum.'' dediğinde gözlerimi büyülterek şüpheyle ona baktım.

''Ne demek istediğinizi anlamadım.''

''Bakın küçük hanım. Bu evde benden habersiz kuş uçmayacağını artık anlamanız gerekiyor. Bir baba olarak kızıma sahte hesaplardan gelen maillerden dolayı endişe duymam gayet normal değil mi? Telefonu uzat lütfen.''

-

Sanki adım atsam birileri gelip neden o adımı attığımı sorgulayacakmış gibi hissediyordum. Bu üzerimde psikolojik bir etki yaratmıştı. Durgun bir şekilde kantinde oturmuş tostumu yiyordum. Birçok kişiyle tanışmıştım ama arkadaş olma konusunda biraz yabaniydim. Biri gelip bir şey söylemediği sürece tek kelime etmezdim. 

Yemeğimi bitirdikten sonra tekrar kümese giden tavuk misali sınıfa girdim ve yerime oturdum. Üçlü kız grubu sol tarafımda makyaj yaparken aynı zamanda dedikodu yapıyorlardı. Duymak istemesem de duyuyordum. Başımı kolumun üzerine koyarak sıraya yaslandım ve gözlerimi kapattım. 

''Babam bütün kredi kartlarımı aldı. Bir de üstüne ev-okul yasağı verdi inanabiliyor musunuz? Bu kadarı fazla değil mi ama? Sonuçta bağımlı değilim.''

''Bizimkilerde ilk öğrendiklerinde aynı tepkiyi vermişlerdi. Boş ver. Birkaç güne senin adam olmayacağını düşünerek verdikleri cezayı geri çekiyorlar.''

Kızlar muhtemelen ya uyuşturucu ya da sigara kullanıyorlardı. Belki de alkole bağımlılardı. Ama her neyse ulu orta konuşmaları saçmalıktı. Kafamda bir ton şey yokmuş gibi bir de sınıfımda üç tane keş olduğunu öğrenmiştim.

Matematik hocasının cetveli masaya vurmasıyla geldiğini anlayarak yattığım masadan kalktım. Bana dik dik bakıyordu. 

''Okul burası. Uyuyacaksan evine.''

Bakışlarımı yere indirdikten sonra herkesi yaptığı gibi kitabımı açtım. Aklım hâlâ dün akşam ki maildeydi. Ezberimdeydi ama telefonumu almıştı. Başka telefonla bunu yapmak istemiyordum. Mailler uzayabilirdi. Sürekli elimin altında olan bir telefondan yapmak istiyordum. 

Akın'ın ihtiyarla bir problemi olduğunu düşünmüyordum ama onu Irak'a göndermesini de anlamıyordum. O kadar oğlu evde yatarken neden yeğenini koşturuyordu? Akın onun oğlu olmadığı için mi? Belki de önemli bir işti ve oğullarına Akın kadar güvenmiyordu. Sebebini bilmiyordum ama öğrenecektim..

-

Arabaya bindiğimde eve gitmediğimizi anlamıştım. Araba sürekli yokuş yukarı gidiyordu. Oysa ki ev aşağı kısımdaydı. Şoföre soru sorsam da cevap vermiyordu. Artık çalışanlara soru sormayı bırakmam gerekiyordu. Zaten konuşmuyorlardı.

Bir yürüyüş yolunda araba durunca şoförün bakışıyla aşağıya indim. Daha sonra araba uzaklaştı. Tek başıma ormanın ortasında etrafa bakıyordum. Çıt yoktu. Sonbahar ağaçlarda etkisini göstermeye çoktan başlamıştı. Kahverengi yapraklar yerlerde üzerine basılmasını bekler şekilde duruyordu. Her adım attığımda yerdeki yapraklar çıtırdıyordu. Durdum ve tekrar etrafa baktım. Ayak sesleri geliyordu.

''Eğer biraz daha ortada durmaya devam edersen seni düz ovada avlarlar.''

Dedikten sonra yanıma gelerek elindeki silahı bana doğru uzattı. Silahı aldım. Galiba ilk defa Akın sayesinde silah görmüştüm. Yine onu hatırlamıştım işte. Hayır hatırlamamalıyım. Ben kendime yeni bir yol çizdim. Arkama bakmamalıyım. Bakmamalıyım.

''Ağırmış.''

''Öyle. Yeni olduğu için.'' Gözünün içine baktım. Silahı bana aldığını gözlerinde gördükten sonra gülümsedim. Silahın altına baktım.

''Şarjör yok.''

''Biraz biliyorsun.'' Gülümsedim. Bir el işaretiyle arkasındaki adamlardan bir tanesini yanına çağırdı. Uzun boylu , siyah saçlı adam belki 30 belki 35 yaşlarındaydı. 

''Yiğit atış talimlerinde senin yanında olacak. Her çarşamba buraya gelip atış çalışacaksınız. Silah tutmasını bileceksin. Gerektiğinde vurmasını da.''

-

Duş sonrası üzerimi giyinmeden bornozumla yatağın içine girdim. Tavana bakıp düşünmeye başlamıştım. Akşam yemeği yenmiş yemekten sonra da ihtiyarla ofis görüşmesi tamamlanmıştı. Bu dönemin benim için zor geçeceğini vurgulayıp duruyordu. Ders notlarımın yüksek olduğunu görmüş ve şimdi daha çok çalışmam için baskı yapıyordu. Meslek seçimim onun elinde olacaktı. O ne derse o olacak , öl dese ölecektim. Her şeyden haberi olacaktı. Artık telefon kullanmayacaktım. Eve yatılı iki öğretmen getirttiğini sorum olduğu takdirde saat kaç olursa olsun onları uyandırabileceğimi dile getirmişti. Bu dönem içerisinde dışarıda vakit geçiremeyeceğimi ve bir ihtiyacım olduğunda kapıdaki korumaların başı olan Samet'e söylememi emretmişti. 

Bu sırada ailenin diğer üyeleriyle de aram iyi sayılmazdı. Gelinler bana öfkeyle bakıyordu. Cüneyt iş için Adıyaman'a gitmişti. Aralarındaki tek insancıl kişi o olduğunu düşünüyordum ama o da gitmişti. Cengiz'i evde hiç göremiyordum ama karısı Seyhan'la aramın pek iyi olduğu söylenemezdi. Ne zaman görsem sanki yüzüme tükürecekmiş gibi bakıyordu. Başta ihtiyar olmasaydı eminim beni boğazlayacaktı. 

Zümrüt ise aralarında en çok merak ettiğim insandı. Onu geçenlerde telefonla konuşurken duymuştum. Kürtçe konuşuyordu. Daha hiç ağzından Türkçe kelime duymamıştım ama sular seller gibi Kürtçe konuşuyordu. Gizemli bir kişiliği vardı.

Üşüdüğümü fark ettikten sonra üzerime bir eşofman takımı giydim ve kenarda duran kitabımı elime aldım. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabını okuyordum. Oldum olası kitap okumayı çok sevmişimdir. Beni alıp uzaklara götürmesi bu dünyadan kopmamı sağlıyordu. Başka insanların başka konuların peşinde koşarak içinde olduğum durumdan tamamen uzaklaşıyordum.

Okuduğum 40 sayfanın sonunda hayal mi gerçek mi ayırt edemediğim bir şekilde panikledim. Odamın içerisi bir sürü polisle dolmuştu. Neredeyse kapıyı deler şekilde içeri girmişlerdi. Sanki bir seri katili yakalamak istercesine..

Elim ayağım titrer bir şekilde etrafıma bakıyordum. Onlar bileklerime kelepçeyi takarken hâlâ olayın ciddiyetinin farkına varamamıştım. Gözlerim ihtiyarı arıyordu. Ama o ortada yoktu. Kolumdaki toz pembe saate baktım. Gece olmuştu. Peki ya onca koruma ne işe yarıyordu? Evdeki onca insan bunca gürültüye uyanmamış mıydı? Bir terslik vardı. Hem de büyük bir terslik.. 

-



BELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin