-
Gün boyunca Zümrüt ve ailesiyle kalmış ve arabamı Akın'a vermiştim. Akşam olunca gelecek beni alacaktı. Burada kalmak beni çok huzursuz ediyordu. Her an biri kafama silah dayayacakmış gibi hissediyordum. Zümrüt'ün anne ve babası iyi insanlara benziyorlardı. Kahvaltıyı burada halletmiştim. Ama Zümrüt'ün ağabeyleri beni yiyecekmiş gibi bakıyorlardı. Bir ağabeyi ölmüştü ama ikisi karşımda oturmuş bana bakıyorlardı. Kürtçe bildiğim içinde rahat rahat konuşamıyorlardı. O yüzden herkes sus pustu. Neyse ki herkes Türkçe bilmiyordu.
''Zümrüt bizimle gelmeyeceğine emin misin?''
''Akın kaç senedir burada?'' Gözlerimi devirdim. ''Saymadım.''
''Kaç senedir burada?''
''Dokuz.''
''Eğer ben İstanbul'a geri dönersem Akın burada kalacak. Zaten yeterince beklemediniz mi?'' dedi masumca yüzüme bakarken. Gözleri koyu yeşildi. Uzun süre baktığım zaman tuhaf oluyordum. Ben unuttuğum aşkıma kavuşayım diye fedakarlık yapıyordu.
''Zümrüt. Benim Akın'la bir geleceğim yok. Bu baştan belliydi. Ben aşık oldum ona. Onun için iki günlük hevestim. İki günlük bir iş. Sonra bitti gitti. Ona karşı bir hissim yok artık. Ama sen gelirsen..''
''Gidelim.'' Dedi Akın kapıda dikilirken. Ne kadar zamandır oradaydı? Zümrüt'e baktım. Uzun zamandır gülümsediğini görmemiştim. Ayağa kalkıp montumu giydim ve çantamı aldım. Herkese kısa bir veda ettikten sonra Zümrüt'e sarıldım. O sırada kulağıma fısıldadı.
''Mustafa ile burada huzurluyum. Sende git ve bu duyguyu öğren.''
-
Arabaya bindikten sonra cebimdeki silahı torpidoya koydum. Otururken bir an rahatsız etmişti. Anahtarı çevirdikten sonra bana baktı. Neye baktığını anlamaya çalışırken konuştu.
''Kemerini tak.''
''Önüne bak. Arabanı sür.'' dedim gözlerinin içine bakarak. Bana doğru yaklaşıp kemerimi taktı. İstesem onu sarsabilirdim ama dokunmadım. Elini kaldırdığında gelen parfümü ne kadar hareket ederse artık gelmiyordu. Kokusu değişmişti. Farklı kokan parfümünün yanı sıra hafif sigara kokuyordu.
Irak'tan çıkana kadar kimse tek kelime etmedi. Zaten bu bizde aile geleneğiydi. Genelde kimse konuşmazdı. Boş oturmak beni çok yoruyordu. Uyuyacak gibi olsam da uyumadım. Sınır kapısında ihtiyara nerede olduğumuzu mesaj attım.
Bir süre sonra gözlerimin uyuştuğunu hissettim. Daha fazla dayanamayacaktım. Ya konuşmam gerekecekti ya da uyumam. Gözlerimi dinlendirmek için kapattım ama hemen uyumuştum. İki saat sonra aniden nefes nefes uyandım. Elimi torpidoya koyarak ona yaslandım ve camı açtım. O sırada Akın arabayı durdurmuş sol elimden tutuyordu.
''İyi misin? Beren iyi misin?''
Elimi elinden çektikten sonra arabadan inip rahat rahat nefes almaya başladım. Uzun zamandır böyle uyanıyordum. Hapisten sonra başlamıştı kabuslarım ve ani uyanmalarım. Akın belki de psikolojik sorunlarım olduğunu düşünüyordu. Ama bir sorunum yoktu. Gerçi ne düşünürse düşünsün.
''Ne zamandır böyle uyanıyorsun?''
''Bak bana soru sormayı kes ve arabanı sür olur mu? Sürekli konuşulmasından hoşlanmıyorum.''
Kolumdan tutup bu sefer sertçe arabaya yasladı. Bir an ani çarpmayla camın içine gireceğimi hissetmiştim. Canım biraz acısa da ona asla belli etmedim. Bu acılara bünyem alışıktı artık. Şimdi gözlerimin içine bakıyordu o mavi gözleriyle. Kızgındı.
''Bana bir daha emir kipiyle konuşursan-'' Sözünü kestim.
''Ne yaparsın? Ha? Döver misin? Bacağıma mı sıkarsın? Bence kafama sık sende kurtul bende!''
''Öperim.''
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELA
Action* Yağmurdan siyah saçları hafif ıslanmış , yeşil gözlerine hafif su inmiş sert suratıyla bana bakıyordu. Yaşlı değildi. Aksine aramızda çok yaş farkı var gibi durmuyordu. Yüzüme donuk suratıyla bakmaya devam ediyordu. ''Saati ver.'' *