NEHİR
Her yere bakmıştım.
Beş katlı binanın her katını didik didik etmiştim ama yoktu.
Kampüsün girişinden, amfilere kadar... Bakmadığım delik kalmamıştı ve yine de yoktu.
Ama bendeydi tabi asıl salaklık.
Koca yaz tatili boyunca, bir haftalığına anasını görmeye gitmeyen adamı, tutup da akademik takvimin ilk gününde okulda bulmayı bekliyordum. Hem de mezuniyet için tutturulması gereken ortalamanın yakınından dahi geçmeyen notları, kendisinin zerre kadar umurunda değilken... Neymiş; ilçe belediyesinin başkan danışman yardımcısı bilmem nesiymiş?
Yahu sen daha kendi çevreni idare etmeyi bilmiyorsun be adam! Koca bir ilçeye yöneticilik yapacak olan başkan sana ne danışsın?
"Selam Raphunzel, ne haber?"
"İyilik Tunç senden?"
Belime kadar ulaşan saçlarımdan dolayı, okuldakilerin bana taktığı bir lakaptı bu. Halbuki benim nazarımda Raphunzel, hiçbir beklentisi olmadan kendisini canı pahasına koruyan ejderhaya ihanet ederek yediği kaba pislemiş bir kaltaktı sadece.
Şahsen ben, beni kaçırıp kimsenin bilmediği bir yerde bana gül gibi bakan bir ejderhayı, annemin intiharından sonra fırsatçılıkta derece yapmış dayılarıma ve sahte samimiyetiyle Oscar'lık aktör olan babama bin kere tercih ederdim. Yani bana kalırsa bu yosmanın tek takdir edilesi tarafı, kaderine teslim olmayıp, mutlu sona olan inançlı azmiydi.
Bu tarafından bakıp biraz zorlarsak, saçlarımdan sonra bu 'Raphunzel' denen yellozla bir ortak noktamız daha olduğu söylenebilirdi belki. Sonuçta ben de, hikayemdeki kötü karakterlere rağmen pusulamın ibresini milimetrik de olsa değiştirmeyi başarmış ve iki sene önce bir taraflarımı yırta yırta bu okulu kazanabilmiştim.
Gerçi, benim bu başarımın arkasında da, şimdi böyle deli danalar gibi kendisini aradığım Togay vardı yine, ama olsun... Sebep her ne olursa olsun, böylesi bir zafer, haneme bir yıldız kazandırmaya yetmeliydi kesinlikle.
Şimdi benim bu yıldızımın müsebbibine gelecek olursak...
Aslında Togay'la, ne herkese söylediğim gibi uzaktan akraba, ne de herkesin yakıştırdığı gibi birbirini sevip söyleyemeyen iki aşık değiliz. Tam olarak hayatımda nereye koyacağımı dahi bilmeyip, en sonunda bir şekilde tüm hayatımın ortasında bulduğum bu şahsiyet, benim için bir akrabadan da, sevgiliden de çok daha ötesi çünkü...
Şöyle ki...
İlkokulu bitirir bitirmez, hala kimin, nasıl aldığına dair hiçbir fikrimin olmadığı ivedi bir kararla, Rize'deki canım teyzem ve lanet dayılarımdan ayrılıp, İstanbul'daki halama yerleştirilmiştim.
İşte bu halamın da, bilmem kaç yıllık kapı komşusu ve en samimi arkadaşı olan Deniz teyze'nin, benden dört yaş büyük oğlu Togay, benim Rize'de gördüğüm ve neredeyse sadece okuma-yazmayı öğrenmeme yarayan saçma sapan eğitimimin eksiklikleriyle şahane anlaşmaya başlamıştı.
Artık her soruda farklı karaktere bürünen X bile gözüme öyle korkunç gelmiyordu ve hiçbir zaman parlak bir gelecek vadetmeyen notlarım da birden bire yükselişe geçmişti.
Gel zaman git zaman, Togay'ın tercihi, benim de hedefim oluverdi. Kendisinin bile ikinci senesinde ancak kazanabildiği okulu, ben hazırlandığım ilk seneden kazanıp peşinden gelmiştim. Yani böyle böyle, sonuç olarak şimdi her ikimizde, Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencisiydik ve geçen seneye kadar da aynı sitenin farklı bloklarında karşılıklı evlerde kalıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Teen FictionNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...