NEHİR
Gizem artık, her Allah'ın günü sabahları neredeyse şafak sökerken kalkmalarımın da, okula gider gibi değil de podyuma çıkar gibi bir dünya boyanıp, saçlarımı saatlerce düzleştirmelerimin de, iki gamze uğruna olduğunu biliyordu. Yani sakınılacak bir şey kalmamıştı. Perşembe günü kantinde dersin başlamasını beklerken, dilediğimce Ateş'in yolunu gözleyebilirdim artık.
Öyle de yaptım. Ama ondan önce Uzay geldi.
Hiç de zahmet edip, 'eskilerin hatırına' hesabı gözetmedim ve ona selam bile vermeden yerimden kalktığım gibi dersliklere doğru yürümeye başladım. Ateş'in beni Uzay'la aynı masada görme ihtimali bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu çünkü. Bu manzaranın, prenseslikten kevaşeliğe kadar yolu vardı maazallah.
Uzay ise, çekip gidişlerimi hiç üzerine alınmayıp, amfiye kadar peşimden geldi ve kapı eşiğinde de kolumdan tutup içeri girişimi engelledi:
"Nehir! Bir dakika dur lütfen!"
Sakin olmaya çalışıyordum ama Ateş gelip de beni boş koridorda Uzay'la kol kola görür diye azami bir telaş içerisindeydim.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Talebini reddetsem bile, kaderine razı olup gerisin geri gitmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden bir an önce eteğindeki taşları döküp beni rahat bırakması için:
"Buyur konuş, seni dinliyorum." dedim ama ona bu kadarı da yetmemişti.
"Gel." dedi ve kolumdan kavradığı gibi beni sürüklemeye başladı.
"Dur. Ne yapıyorsun?" demelerime kalmadan, kendimi boş dersliklerden birinde buldum. Üstüne bir de kapıyı kapatıp tam önümde durdu ve çıkışıma da ket vurdu.
"Bak! Geçen gün yaptığım... Tamam, evet. Doğru değildi, farkındayım. Ama seni, o Joker'den bozma herifin yakınlarında görmek bile benim ayarlarımı bozmaya yetiyor, anlasana. Bir de onun arabasından indiğini görünce... Delirdim. Kendimi kaybettim Nehir. Yine de özür dilerim."
"Özrün kabahatinden beter Uzay. Çekil önümden." deyip, bir umut onu iteleyerek kendime yol açmaya çalıştım ama Kral Arthur'un kılıcı mübarek; yerinden kımıldatmak dahi ne mümkündü.
"Nehir!" diye tısladı birden. Bu kaçış denemem, bana pahalıya mal olacaktı anlaşılan.
Her iki kolumdan beni sıkıca kavrayıp neredeyse kendi bedenine yapıştırarak, git gide bilenen hırsıyla yine konuşmaya başladı:
"Üç yıl oldu ya! Tam üç yıl... Seni ilk gördüğüm andan beri aklımdan bir saniye bile çıkaramayalı üç koca yıl. Hiç mi insafın yok kızım senin?"
İşte şimdi artık korkmaya başlamıştım:
"Uzay bırak beni, lütfen!" dedim, ister istemez titreyen sesimle.
"Sen... Korkuyor musun? Benden... Benden mi korkuyorsun Nehir?"
"Uzay, lütfen!"
"Benden nasıl korkarsın Nehir? Sana zarar verebileceğimi nasıl düşünürsün? Nasıl yapabilirim? Nasıl?"
Niyetinin kötü olmadığını biliyordum aslında ama bu, korkularıma çare olmuyordu.
"Ağlama tamam. Ne olur ağlama Nehir." derken beni bırakıp ellerini havaya kaldırdı ve bir adım geriledi. "Tamam. Tamam, özür dilerim. Özür dilerim, oldu mu? Ama lütfen yapma bana bunu. Ağlama, lütfen."
Ben hala korkuyordum ve o da hala beni sakinleştirmek istiyordu. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve yavaş yavaş okşamaya başladı.
Neyden sonra sınıfın kapısını açtı da, aftan yararlanan müebbetlik mahkumlar gibi kendimi bir hışımla dışarıya attım. Üstüne bir de merdivenlerin başında Togay'ı görünce... Var gücümle Uzay'ı yitip Togay'a doğru koşmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Novela JuvenilNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...