BÖLÜM 24 Batı-Tam 35 Cafe-Bar

569 6 0
                                    


ATEŞ

Sanki teşhis bana daha yeni konmuş gibi, birden mevcut durumu kabullenememeye başlamıştım. Hâlbuki nasıl bir illet olduğunu anlayalı da, onunla iki ahbap gibi geçineli de, yaşım kadar olmuştu.

Muhtemelen şimdi üzerime musallat olan bu mızmızlanma, alnını alnıma dayamış ve bütün iç çekişlerime tane tane eşlik eden kız kardeşim yüzündendi ve bulaştırdığı bu şımarıklıktan da bihaber, bana akıl verme gayretine girmiş, stratejik kadın rolleri kesiyordu. Ah ne kadar şapşal göründüğünü bir bilseydi...

"Ses kaydı yapıp gönderelim mi? Böylece vereceği tepkileri görmezsin. Olur biter."

"Bence ben basıp Amerika'ya geri dönüyüm."

"Peki, bırak Togay abim anlatsın. Ağzı çok iyi laf yapmıyor mu? İşi bu sonuçta. Bir edebiyat parçalar ki, Nehir'i nikâh masasına bile oturtur senin için."

"Bence ben Amerika'ya dönüyüm."

"O zaman ben özel bir resital vereyim. Şöyle kemanla güzel bir girişten sonra, incecik nameler arası sıkıştırıp anlatıvereyim her şeyi. Serenat gibi... Duygularını sömüre sömüre... Buna ne dersin?"

"'Ben Amerika'ya dönüyüm.' derim."

Elif'in kendince çözüm sandığı milyon seçeneklerin hepsine benim cevabım hiç değişmedi. Öyle yabancısıydım ki bu duyguların, kaçmaktan başka hiçbir şey mantıklı gelmiyordu çünkü.

Böyle böyle bitirdiğimiz gecenin ardından, onu okula bırakıp, cennetim mi cehennemim mi olduğuna henüz karar veremediğim İzmir'e doğru yola koyuldum ben de.

Aslında ortada, teorik olarak bir ayrılık bile söz konusu değildi ama nedense ben kendimi, çocuklarım olan bir kadından boşanır gibi hissediyordum ve radyonun her frekansında da, hep veda temalı şarkıların olması, bu ruh halime sağlam değnekçilik ediyordu.

Yine de bir şekilde eve varmayı başardım ancak orda da, 'Nehir'i ara.' sloganları atan yaramaz şeytanlar karşıladı beni. Üstelik bu da yetmezmiş gibi, diğer taraftan Togay'ın sesi, 'Anlatmayacaksan sakın.' diye şeytanlara muhalefet ediyordu.

Saat bire kadar tüm bu gaipten seslerin hepsini duymazdan gelmeyi başardım ama sonra birden şeytanlar, Nehir'in sahilde, Togay'ın çıplak göğsüne kapanıp döktüğü gözyaşlarından bahsetmeye başladılar ve bütün dirayetim anında yerle yeksan oldu. 

Bir hışımla telefona sarıldım.

**

NEHİR

Gizem'le bütün geceyi birbirimizin dertlerine 'Aman; senin ki de bir şey mi?' diye diye bitirdiğimiz için, sabahın köründe olan dersimize haliyle uyanamamıştık. Bizde 'kötü kızlar' olmanın hakkını sonuna kadar verelim bari deyip, öğleden sonraki derslerimizi de keyfi ektik ve kendimize güzel bir kahvaltı hazırladık.

Bu üç kuruşluk keyfimize beş kuruşluk limon sıkılmasın diye de, Uzay'ın ardı ardına ısrarla çaldırdığı telefonumu, ben de aynı ısrarla görmezden geliyordum. Ama bilmem kaçıncı çağrısında artık daha fazla dayanamadım ve birikmiş onca öfkemle bağırarak cevap verdim:

"Ne var Uzay ya, ne?"

Hiç mizacım olmamasına rağmen böyle çirkeflik etmem de, Tanrı katında şiddetle kınanmış olacak ki, cezalandırılıyordum. Çünkü hattın karşısındaki zannettiğim gibi Uzay değildi:

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin