NEHİR
Ateş, salondan çıktıktan yaklaşık yarım saat sonra, sütlü kahve keten bir pantolon, beyaz zemin üzerine küçük yeşil kareleri olan bir gömlek, koyu kahverengi bir kemer ve aynı renkte spor-klasik bir ayakkabıyla geri geldi.
Ben daha bu muazzam görseli sindirmeye çalışırken Barış Amca;
"Ee haydi o zaman..." diyerek, tez canlılıkla kapıya yöneldi.
Şoförlüğünü Ateş'in yaptığı lüks BMW'ye doluştuk.
Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra, yemek için organize edilen restorana vardık.
Biz Gizem'le özünde, Ateş ve Togay'ın misafirleriydik aslında ama ne ara bütün aileye mal edildiysek artık, onların yakınlarında olmamız için hiç de titiz davranılmamıştı. Rastgele kendilerine birer sandalye seçip çömen bu iki serseriyi babaları ve dedeleri de takip edip yanlarına geçtiler ve biz de otomatik olarak onlardan uzakta bir yerlere itelenmiş olduk.
**
ATEŞ
Elif Hanım, gündüz ki çarşı gezisinden beğenmiş olduğu kırmızı bir ayakkabı için benimle pazarlık ederek yolun tamamını bana zehrettiğinden, ben de hiç olmazsa gecemi kurtarayım dedim ve kasıtlı olarak ondan en uzak yere oturdum. Ama puşt kuzenim de yapışık ikizim gibi direk yanıma monteleyince götünü, birden haremlik/selamlık bir düzen oluştu ve haliyle benim o sırf yanına yakışmak için yarım saatlik turbo hazırlığımın müsebbibi de, Elif'le beraber masanın öte tarafında kalmış oldu.
Her neyse; kısa bir süre sonra yemekler servis edildi, hoş bir sohbet soframıza meze oldu ve Togay'ın şen hali benim şebekliğimle harmanlanınca da, dedem ve babamın da dilleri açıldı. Ondan bir anı, öbüründen bir hikaye, geceyi ilerletmiş, tatlı tatlı demlenmiştik. Ta ki dedemin aklına birden gelen o soruya kadar:
"Yarın maçı nerede izleyelim?"
Beşiktaş'ın, Gençlerbirliği'yle olan karşılaşmasından bahsediyordu:
"Ateş zaten İstanbul'da, o yüzden bize her şey uyar."
Babam da ev sahibi takımımın daha sezon açılmadan almış olduğum kombine biletlerinden bahsediyordu.
"Yok yok gitmeyeceğim." diye cevapladım babamı.
Tabi Togay, dedem ve babamdan da bana, aynı anda aynı soru geldi:
"Niye?"
Hemen soruyu da soranları da bir tarafa bırakıp, annemin bu son konuşulanları duymamış olmasına bütün yüreğimle dualar etmeye başlamıştım ama daha besmele aşamasında masanın diğer tarafından meraklı feryadı tarafıma iletildi:
"Nasıl yani? Ciddi misin sen? Hangi dağda hangi kurt öldü böyle acaba?"
Aslında merhum kurt şuydu:
İki sene önce, annem ve Elif Amerika'ya yanıma geldiklerinde, Fenerbahçe'yle Kadıköy'de oynanacak olan derbimiz için, onları bir buçuk günlüğüne yalnız bırakmış ve Türkiye'ye gelmiştim. Üç gün boyunca ikisinden de bu konuda ayrı ayrı trip yememe rağmen kendimi bir türlü affettirememiş, evde sürekli iki adet birer karış suratla muhatap olmak zorunda kalmıştım. Ama dördüncü gün kahvaltı da fırsat kendiliğinden ayağıma gelmişti.
Tamamen Amerika'daki özel hayatım üzerinden münakaşa ediyorduk ve annemin 'Ben gavur gelin istemiyorum.' nidalarıyla; 'Porto Riko sahilinde de Türk hatunlardan geçilmiyor zaten anneciğim...' diye dalga geçiyordum. Bunun üzerine annem gözlerini kısıp, bütün içtenliğiyle, 'İnşallah bir gün bir Türk kızına aşık olursun da, o zaman görürüm seni serseri herif!' diyerek, beddua kılıklı bir temennide bulunmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Ficțiune adolescențiNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...