BÖLÜM 13 Prenses

622 8 0
                                    


ATEŞ

Bilmem kaçıncı makalenin çevirisinde, harfler artık birbirleriyle dans etmeye başlamışlardı. Okurken zorlandığım yetmiyormuş gibi okuyabildiğimi de anlayamıyordum zaten.

Aralıksız bilgisayar başında olduğum için gözlerim ve beynim isyan ediyor olmalılardı.

Başımı geriye atıp onları bir kaç saniye dinlendireyim dedim ama meğer bu iki sapığın dertleri başkaymış. Anında bana, yine o tehlikeli manzaraları döşemeye başladılar. Dolgun göğüsler, etli dudaklar, siyah bele kadar uzanan saçlar, buğday bir ten, boncuk boncuk gözler...

Başımı silkeleyerek beynime, parmak uçlarımla bastırarak da gözlerime hadlerini bildirdim ve viskime uzanarak işime geri döndüm. Ama şişeyi yarılamış olduğuma bakılacak olursa, tek kabahatli gözlerim ve zihnim değildi. Çünkü an itibariyle damarlarımdaki kana yoğunca bir alkol kafilesi refakat ediyordu ve onlara ayrıntılı yol tarifini de bizzat ben kendim vermiştim.

**

NEHİR

"Son durak bacım."

Otobüs şoförünün beni dürtmesiyle, yabancısı olduğum boş bir istasyonunda indim.

Az ötede duran serseri kılıklı dört genç, bana doğru bakıp bakıp, birbirlerine yüksek sesle bir şeyler söylüyor ve kahkahayı basıyorlardı ama ben, ne söylenenleri anlayacak, ne de karşılık verebilecek halde değildim hala.

Yine de her ihtimale karşı tren gelene kadar, istasyondaki güvenlik görevlisine yakın bir yerlerde durdum ve zaten çok geçmeden de tren geldi; içinde de kadınlı erkekli bir sürü yolcu vardı.

Alkol yüzünden bilincimden ziyade içgüdülerimle hareket ediyordum ve fırsatçı içgüdülerim de meydanı boş bulunca, beni direkt Bornova'ya sürüklediler.

Metrodan Küçükpark durağında inen ayaklarım, yolları ezberlemişçesine kendi kendilerine gidiyorlardı resmen.

Galiba onlar da sarhoştu. Hatta içtiğim içkinin tamamı, üzerinden geçen süreyle ayaklarıma doğru akmış ve orada birikmiş olmalıydı. Yoksa bu gidişatın başka bir açıklaması olamazdı. Başka türlü; daha iki hafta önce tanıdığım adamın, daha ilk defa iki gün önce kahve içmek için bir saatliğine geldiğim evini, öyle bilmiş adımlarla çıkarmaları mümkün değildi. İnşallah ayaklarıma bunları rahatlıkla yaptıran o dört bira, Ateş kapısını açıp beni karşısında gördüğünde, dilim için de söyleyecek doğru düzgün bir şeyler ayarlardı...

**

ATEŞ

Togay geri gelmeyeceğine göre bu saatte bu zil, pek hayra alamet değildi ve yine apartman kapısını birileri açık bırakmış olduğundan, gelenin kim olduğu diyafondan görünmüyordu.

Güvenliğime telaş ettiğimden değil de, tamamen alışkanlık; geleni görene dek kapım kapalı içeride bekledim. Asansör katımda durduğunda ise dürbünden baktım ve onu gördüm.

Hassiktir.

Ne oluyor lan?

Bu da mı hayal?

Elimi kapıya yasladım ve gözümü kapatıp bir süre sakinleşmeyi bekledim. Çünkü bu kahrolası hayallerin, arzuların, halüsinasyonların ya da her ne sikimse artık bir an önce bitmesi gerekiyordu.

...ve sonra tekrar gözden baktım. Ama o hala oradaydı.

Siktir!

Siktir!

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin