BÖLÜM 29 Suçüstü Baskın

416 7 0
                                    

ATEŞ

Nehir'in bu mesajı, ruhuma çöken bütün kara bulutları anında dağıttı ve gökyüzüm tekrar aydınlanıverdi. Karşılık olarak yazacak bir şeyler düşündüm ama aklıma gelen cevapların en masumu bile, Togay'a rağmen geceyi onun yatağında geçirmek anlamına çıktığı için hepsinden vazgeçip, sessizliği seçtim.

Zaten, canım kuzenim akıbetimden emin olamayacağı için beni evime göndermemiş ve zar zor kendi evine çıkarmıştı ve o kadar tehlikenin farkında değildi ki, bir de erkenden odasına çekilmiş, beni salonda bir başıma bırakmıştı... Bunun üstüne bir de açık seçik mesajlaşmak, hiç de akıllıca olmazdı. 

Çaresiz, bütün gece bir alt kata inmek için direten hormonlarımla zemindeki betona düşman, öyle bok gibi kıvranıp durdum ama neyse ki bir şekilde, sabaha sağ çıkmayı başardım. Şimdi geriye bir tek, aynı performansı Türkçe dersinde de göstermek kalıyordu. 

Hiç de okula gitmek gelmiyordu içimden aslında... Hele ki, dünkü malum aksiyonun baş rolü iken...

Ama Gümüldür'e gittiğimiz hafta bir tanesini kullandığım için artık tek bir devamsızlık hakkım vardı ve onu da haftaya Antakya'da kullanacaktım. Yani bugün eşek gibi o okula gitmek ve o lanet derse girmek zorundaydım. Yoksa bu Erasmus hikayesinin koplesi yalan olacaktı ve ben de bok herifin teki için bütün geleceğimi piç etmiş olacaktım. 

Bu yüzden sabahın fecrinde belediyeye giden Togay'ın peşine takıldım ve öncesinde en azından bir duş alabilmek için beni eve bırakmasını istedim. Hazır buraya kadar gelmişken de, ona malum sakinleştirici iğnelerimden iki tane verip, üzerinden zaman geçecek olursa, bu sefer daha yaratıcı bir bahaneyle almayı reddetme ihtimalini de ortadan kaldırmış oldum. 

**

NEHİR

Togay'ın bugün dersi yoktu ama Ateş gece kendisinde kaldığı için, önce onu okula bırakır sanıp, bizde Gizem'le bu ulaşım imkanından istifade edelim diye, iki uyanık, evden ona göre çıkmıştık; ama gri Doblo'nun yerinde yeller esiyordu.  

Tabi bu özel arabayla yolculuk hesabımız tutmayınca da, yokuşu çıkarken can çekişen otobüse kalmıştık ve o da bizi fakülteye, dersin başlamasına kıl payı yetiştirmişti. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Koştur koştur amfiye yollandık. 

Daha içeri girerken bile dikkatlerin hepsi üzerime kilitlenmişti. 

Sınıftaki herkesin, orada bulunma sebebi ders değil de, benmişim gibi geliyordu. 

Sırf bunun vermiş olduğu huzursuzluk yüzünden kafamı yerden kaldıramıyordum. Oysa ki benim hayatımı idame ettirebilmek için acilen Ateş'i görmem, ve hatta eğer biraz şansım varsa da onunla göz göze gelmem gerekiyordu ama ben gururumdan, daha onun amfide olup olmadığına bile bakamıyordum. 

Böylesi tasarruf da, böylesi yoğunluktaki duygulara tersti tabi. 

İyisi mi, gururum yerli yerinde öylece dursun, ben kalbimin derdine düşüyümdü... Yoksa bu gerzek, işi, atmayı bırakmaya kadar götürecekti. Yerime geçer geçmez telefonu elime aldım ve Ateş'e mesaj attım:

'Günaydın.' 

Cevap gelmedi. 

'Elin nasıl oldu?'

Cevap gelmedi.

'Hala kızgın mısın bana?'

Cevap gelmedi. 

'Dün sadece sen konuştun ama benim de söyleyeceklerim var.'

Cevap gelmedi. 

**

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin