ATEŞ
Hiç bir isim vermememize rağmen, çoğu çiftten çok daha derin olan ilişkimize, kesin ve net bir ayrılık mesajıydı bu. Sanki okudukça değişecekmiş gibi, tekrar tekrar açıp durduğum ve her baktığımda bir öncekinden çok daha irice bir okun, içerilerimde çok daha derinlere battığı bir mesaj...
Halbuki ben böylesi ayrılıkları ezbere biliyordum. Kaç bin defa hatmetmiştim aynı teraneyi Allah bilirdi. Şimdi biraz alkol oranı yüksek içkiler, bir iki serseri geceler, üç beş ağzı bozuk sohbetler ve sabahında soluksuz işe gömülmeler çözmeliydi olayımı. Ama niyeyse bu sefer; lokma bir şey yiyesim, yudum bir şey içesim, bir Allah'ın kulunu dahi göresim ve hatta değil işe gömülmek; yayılıp kaldığım yerden götümü şöyle diğer bir tarafa çeviresim bile yoktu ve tüm bunlar da, öyle aşk-meşk zırvalıklarıyla alakalı değildi, olamazdı.
Ben, bir hiç uğruna harcadığım gururumun yasındaydım. Çünkü bizzat kendi sözlerimle, resmen kurşunlara diziliyordum ve bana işleyen de bu kurşunlar değil, tetiği çekenin, üç aydır arzularıyla kasıp kavrulduğum hatunun ta kendisi olmasıydı. Öyle bir dokunuyordu ki kanıma, nefes alasım, var olasım, yaşayasım bile yoktu.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
Okyanusun tam ortasında, pusulasını kaybetmiş bir seyyahtan farksızdım adeta ve yüzümü ne tarafa çevirsem, karadan daha da uzaklaşacakmışım gibi geliyordu.
Şimdi bana, bu suları tek gözü kapalı, ezbere bilen bir korsan gerekti artık.
Kutup yıldızını dile getiren bir izci gerekti.
Rüzgarın yönünden, gölgenin izinden, fezanın düzeninden kuzeyi çıkaran bir bedevi...
...ve o da aşkın atlasını yalamış yutmuş Soffiam'dan başkası olamazdı.
**
NEHİR
"Biraz zor oldu ama toparladın sonunda. Bir kaç gün daha yatırıp dinlendirdik mi seni, hiç bir şeyciğin kalmaz. Bu arada da beslenmene çok dikkat etmemiz gerekecek tabi. Kahveyi, çayı özleyeceksin bir süre. Onun yerine meyve suları, hoşaflar, sütler, yoğurtlar içireceğiz sana. Bilgisayar ve telefonda yok. Televizyon olabilir belki... Ama ben senin yerinde olsam kitap okumayı, ya da kısa mesafeli yürüyüşler yapmayı falan tercih ederdim. Yine de sen bilirsin."
Hasta değil, suçluydum sanki. En sevdiği şeyler tamamen elinden alınmış, en fazla avluda turlama lüksü olan bir mahkum gibi muamele görüyordum resmen. Üstelik bu cezanın ne kadar süreceği de belli değildi. Tahliyem yakın mıydı, tutuksuz yargılanmam mümkün müydü yoksa müebbet 'Ateş'sizlik' mi yemiştim; belli değildi?
Elbette ki bir itiraz hakkım da yoktu. Hatta ben daha hükmümü idrak aşamasındayken, halamın oldukça sükseli salon takımının en kıymetli köşesine yerleştirilmiş, henüz lise öğrencisi olduğu için başındaki kavak yellerini saymazsak, hiç bir işi olmayan Ozan da, gardiyanım olarak atanmıştı bile.
"Bak, sırf sen yumurtayı haşlama sevmiyorsun diye, sahanda yaptım. Hem de tereyağıyla kızarttım. Lütfen ye, bitir şunu Nehir abla Allasen ya! Senin yemediğin her bir lokma için benim PES oyun saatlerim eksiliyor. Rakiplerim alıp başlarını gittiler. Bir ben kaldım sahalardan uzak. Yapma bana bunu, lütfen."
"Ya ben bunun hepsini nasıl yiyim Ozan ya! Ne yaptın; bir koli yumurtayı kırdın da ziyan olmasın diye bana mı pişirdin? Kaç yumurta var burada?"
"Üç ya! Üç tane sadece. Zaten kırarken yarısı tezgahta kaldı. Bir buçuk sayacaksın."
"Yok valla yiyemem. Daha az önce bir litre süt içirdin zaten bana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Genç KurguNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...