ATEŞ
Nehir'in arabamdan inmesiyle tılsımların etkisinden çıkıp realitenin lanetine geri dönüş yapmıştım ve bununla birlikte Togay'la aramızdaki buzlar da, yine bir taraflarıma batmaya başlamışlardı.
Togay'ın aramızda bilinçli olarak yarattığı bu gerginlik, tekme tokattan bile daha etkiliydi benim için. Ben, bana karşı böyle tavır alması yerine, vücudumdaki bütün kemikleri parçalamasını tercih ederdim ve o piç de bunu çok iyi bildiği için, bir şeye bozuldu mu, hep böyle yapıp sıfır zahmetle daha çok acıtırdı beni.
Şimdi de her ne kadar yanına çıkıp ona olanları anlatmak ve bu haline tavrına bir son vermek geçse de içimden, saatin daha çok erken olması beni durdurdu ve kuyruğumu kıstırıp çaresizce kendi evime bastım. Ama belli ki bu sefer, o da meseleyi çözmeden rahat edememişti. Evimin önünde, beni beklerken Doblo'sunda uyuyakalmış bir vaziyette buldum onu.
Muhtemelen şimdi ilk olarak bana, hayatımda ilk defa kendimi cennetteymişim gibi hissettiğimden habersiz, hangi cehennemde olduğumu soracaktı. Ama bu sefer önemli değildi. İstediği kadar derin sorgulayabilirdi. Çünkü bu sefer elimde, tam da istediği gibi bir kart vardı ve dolayısıyla bu sefer, çekinen taraf ben olmayacaktım. Camını tıklatıp onu uyandırdım.
Arabasından inip, bir süre karşımda herhangi bir şey sormadan ve söylemeden dikildi. Ben de bunu fırsat bilip, kafamda basit bir stratejiyle oyunu kazanma planları yapmaya başladım.
İlk yumruğu yer yemez can havliyle bir açıklama yapmaya soyunacaktım. Güya kendisinden korkmuş gibi yapıp, üstüne bir de kendimi savunmaya çalışacaktım. Elbette ki onu da beceremeyip ikinci yumruğu da yiyecektim. Sonra da üçüncüye müsaade etmeden yavaş yavaş dökülmeye başlayacaktım.
Fakat Togay yüzüme öyle sakin bakıyordu ki, değil dövüşmek, bağırıp çağırmaya bile niyeti yok gibiydi.
Elini sakince yukarı doğru kaldırdı ve eğer vücudumdaki radyoaktif hücreler yüzünden gitgide bir uzaylıya dönüşüp zaman kavramını komple yitirmediysem, bu bir yumruk olamayacak kadar yavaştı.
Ensemden tutup başımı kendisine doğru çekti ve kendi alnını benimkine dayayıp titrek bir fısıltıyla konuşmaya başladı:
"Ateş sen benim kardeşimsin birader... Kardeşim... Ötesi yok. Yani kimse, ama hiç kimse senden daha değerli olamaz. Bunu düşünmen bile büyük bir saçmalık."
**
NEHİR
Gizem'den sıyrılıp nihayet odama geçebildiğimde artık saat ona geliyordu.
Üzerimi bile değiştirmeden kendimi yatağıma bıraktım ve geceden kalma anılar arasından bana teselli olabilecek güzel bir şeyler aranmaya başladım.
Bundan sonra rotayı ben belirleyecektim ama Ateş ilk söylediğinde bu 'kaptan olma' fikri cazip gelse de, şimdi 'Ne halimiz varsa görelim.' anlamına çok daha yakındı düşüncelerim ve bu da beni olduğumdan çok daha fazla geriyordu.
Zaten oturur pozisyondakileri hiçbir zaman uykudan saymayan bünyem dün gece arabadakini de kabul etmediği için, sanki dağları delmişim de çölleri aşmışım gibi yorgun hissediyordum; şimdi bir de üstüne bu psikolojik dram... İyice halsizleştirmişti beni. Çaresiz gözlerimi kapadım ve oldukça huzursuz bir uykunun kucağına düştüm.
Uyandığımda neredeyse akşam olmuştu. Bütün pazarımı öyle pisi pisine harcamıştım yani.
Gerçi uyumasam ne olacaktı ki? Kutsal bir görevin başına mı geçecektim sanki? En iyi ihtimalle Gizem'le yine bir Yeşilçam filminin karşısında kahve sefası yapıyor olacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Novela JuvenilNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...