BÖLÜM 63 Yalandan Gerçekler

255 7 0
                                    

NEHİR

Kapısına vardığımda, efsanevi heyecanımı gölgeleyen ölümcül bir huzursuzluk, bütün hücrelerime gram gram sirayet etmeye başladı. Çünkü hesaplanması gereken en önemli detayları hep en sona bırakan geri zekalı kalbim, denkleme ilk defa beni affetmeme ihtimalini katmaya başlamıştı ve yaklaşık on dakikadır kırmama ramak kalan kapısı bir türlü açılmadığına göre, bu pek de uzak bir ihtimal değildi.

Ama neyse ki, henüz çok daha yakınımda duran başka bir ihtimal daha vardı. Ben de dört elle bu optimist ihtimale sarıldım ve hemen köşedeki taksi durağından bir taksiye atlayıp direk Togay'ın evine yollandım.

Gecenin saat üçüne yaraşır bir şekilde, koca apartmanın her katı zifiri karanlıktı. Aldırmadım. Asansöre atladığım gibi Togay'ın kapısında bittim.

Bir kapı yumruklama faslı daha burada başlattım ama bu sefer on dakikadan çok daha kısa bir sürede, ev sahibi, öfkeli bir endişeyle kapıyı bana açtı ve ben de hırslı bir haciz memuru gibi müsaadesiz, öylece, içeri dalıp, odaların her birine tek tek bakınmaya başladım:

"Nerede? Ateş nerede? He? Togay? Nerede benim sevgilim?"

Kaç defa baktım o salona, mutfağa bilmiyorum, ama Togay nihayet beni durdurduğunda, bir olimpiyat stadını çepeçevre koşmuş gibi soluk soluğaydım.

Öyle bir bakıyordu ki gözlerime, uyku mahmuru gibi değil de, daha çok bana acır gibi bir hali vardı onun da. Sanki ben, yoğun bakım ünitesinin kapısında bekleyen bir hasta yakınıydım ve o da, kurtaramadığı hastamın ölüm haberini vermeye çalışan bir cerrah...

"Söylesene Togay ya! Ateş nerede? Elif'in yanına mı gitti; ailesinin yanına, Antakya'ya mı? Nerede?"

Hala cevap vermiyordu ve bakışları da en az sessizliği kadar korkunçtu. Ama benim de artık olanı biteni duymam gerekiyordu. Bu yüzden bir kez daha üsteledim:

"Togay?"

...ve sonunda iki dudağının arasından, onun yerine tüm yakınlarımı kaybettiğimi duymayı yeğleyeceğim o cümle dökülmeye başladı:

"Ateş Amerika'ya döndü Nehir."

**

ATEŞ

Aslında terk edilen bendim ama nasıl oluyorsa Michigan'a ayak bastığımdan beridir, sürekli ardımda eksik bir şeyler bırakmışım gibi hissediyordum ve bunun, ne babama bıraktığım evle-arabayla ne de Togay'a en son saydığım, o hiç tepki vermediği yalanlarımla bir alakası yoktu. Çünkü bir anlığına bile aklımdan çıkmayan, ne babam ne de kuzenimdi.

Ben, meselenin hala, daha tam toparlayamadığım gururumdan olduğunu sanıyordum ama dışarı çıkıp, beni karşılamaya gelen William, Soffia, Alysee ve Lodos'u görünce, gerçek, yüzüme sert bir tokat gibi inmeye başladı.

Çünkü meğer ben, daha en başından beridir, yıkılan hayallerim için mahvolup duruyormuşum.

Can veren gururum değil, umutlarımmış meğer.

Bir 'çekirdek aile' olabilme ihtimaliymiş kendimi ölesiye kaptırdığım ve şimdi en içerilerimde yitip giden de, işte bunlarmış oysa ki.

Keşke hiç inandırmasaymış beni bunlara...

Varlığının hazzını, yokluğunun hüznünü hiç tatmasaymışım keşke...

Şu hayatta, öyle bir başıma, yapayalnız olmaya devam etseymişim hep ve vadem dolduğunda da, salın birinde toprağa verilseymişim, bitseymiş gitseymiş işte...

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin