BÖLÜM 67 Yalancı Şahidin Sahici Sözü

240 7 0
                                    


NEHİR

Togay'la halamın üzerine konuşabilecekleri çok da ortak mevzuları yoktu aslında. Hele ki, Togay'ın, halamı komploculukla suçlayacağı... Ama kahretsin ki ben de, böyle bölük pörçük enstantanelerden, geniş zamanlı olayları çözebilecek analitik düşünce yetisinden yoksundum. Benim yapım daha çok, kafada kurmalara adapte edilmişti... Yani şu anda aralarına atılmamak için kendime bir şekilde hakim olacak olursam, devreye anında gerilim düşkünü kurt sürülerim girecek ve zehirli merakımı, canım çıkana dek bana tebelleş edeceklerdi. Ortaya çıkan senaryonun da asıl olandan ne denli sapacağını Allah bilirdi. Bu yüzden direkt bir adım öne çıkıp varlığımı kasten fark ettirdim ve bodoslama lafa karıştım:

"Siz neyden bahsediyorsunuz ya?"

Beni görünce sapsarı kesilen bir tek halam olmuştu. Bu bile, Togay'ın onu itham ettiği o entrikayı gerçekten de çevirdiğinin deliliydi aslında ama o, bir de üstüne panikle inkar etmeye başlayıp iyice kendini ele verir oldu:

"Aa Nehir! Canım! Hiç ya! Hiç! Yok bir şey. Hiç bir şeyden bahsetmiyoruz. Öylesine... Laflıyorduk sadece."

Belli ki cürmü, benim düşündüğümden de büyüktü. Kim bilir; belki de bu kurgunun ana karakteri bendim ve halamın, derinliğinden tatmin olmadığı için yakıp küle çevirdiği o ilişki de, benimkiydi.

Ama nasıl?

Niye?

Ne zaman? 

"Mutluluk diliyordum Togay'a ben... O da işte... Teşekkür falan ediyordu. Öyle, basit bir tebrik konuşması yani. Başka bir şey yok..."

Hala bir şeyler geveliyordu karşımda. Uyuyan devin çoktan uyandığından haberi yoktu.

Hiç kendisiyle oyalanmadım ve öteki sözüm ona 'öylesine laflayan'a döndüm:

"Togay?"

Onun, daha bir kendinden emin duruşu vardı halamınkinden; ama o da niyeyse yüzüme bakamıyordu. Gözlerini gözlerimden kaçırıp kaçırıp, ortadaki kalabalığı seyrediyormuş gibi yapıyordu. Halbuki adım gibi emindim, kimseyi gördüğü yoktu.

Halama geçiştiremeyeceğini, Togay'a da görmezden gelemeyeceğini net bir şekilde ifade etmek için, sorumu, konuşmalarından duyduğum en can alıcı detayı vurgulayarak yineledim:

"Kimin ilişkisiymiş bu, öyle bir kıvılcımla tutuşup yanan? Söylesenize..."

İşte şimdi artık, öyle kolay kolay hasır altı edemeyeceklerini anlamıştı her ikisi de nihayet. Ama bu sefer de gelin hanımın yerine teşrif etmesi işime çomak sokmuştu. Çünkü Togay'ın, düğünün ortasında mesele çıkarması demek, gerdeğin merdeğin yalan olması ve evli bir adam olarak ilk gecesini, kanepede geçirmesi demekti. Üstelik bu, yataktan men edilmek olmasa da, Gizem'in korkunç gazabı benim için de geçerliydi. Bu yüzden biz ikimizde bakışlarla anlaşıp, konuyu kısa bir süre sonrasına ertelemeyi başardık; halam ise hala kendini aklamanın peşindeydi:

"Geçen hafta Deniz'le bir fikir ayrılığı yaşadık. Tartıştık biraz. Togay da annesinden dolayı gerilmiş haliyle. Ben de, dostluğumuzun bunu aşacağını, öyle küçük şeylerden zarar görmeyeceğini söylüyordum ona. Bu işte. Hepsi bu kadar. Oldu mu? Tamam mı?"

Her cümlesi külliyen saçmalıktı. Yine de ikna olmuş gibi yaptım:

"Hıı! Tamam."

Sorgulamam gereken kişi o değildi çünkü, anlamıştım ve ben de artık, hedef belirleme konusunda eskisi gibi toy değildim; yeterince tecrübe kazanmıştım.

**

ATEŞ

Bu düğün bizimkileri kesmemişti anlaşılan. Herkes benim izdivacıma takmıştı. Gelen geçen, sanki gökten 'Nehir'ler yağıyormuş da ben şemsiyeyle geziyormuşum gibi 'Seni ne zaman everecez!' deyip duruyordu:

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin