ATEŞHiç bir zaman aşka inanmayıp öyle ahkam kesen sahte delikanlılardan olmadım ben. Ama aşkın sonsuz süren bir duygu yoğunluğu değil de, geçici bir yanılsama olduğunu düşünürüm hep. Çünkü şimdiye dek arzuladığım bütün kızlarla üç beş defa sex yaptıktan sonra, durumum stabile dönmüş ve her yeni kızda da aynı şekilde seyretmişti.
Şimdi de misafir odamızda Nehir'le böyle alenen flörtleşirken, merak ettiğim tek şey, ona karşı hissettiklerimin kaç sexlik olduğuydu. Biliyorum, bu beni aşağılık herifin teki yapıyordu ama elimde değil; onu sürekli yatağımda, altımda çığlıklar atarken düşünmekten kendimi bir türlü alıkoyamıyordum.
Bu yüzden şerefimi korumak tamamen ayaklarımın sorumluluğundaydı artık ve bu kahrolasıcalar da yine bir şekilde Nehir'in komutasına geçmişlerdi.
Büyük bir mücadele verip onlara sözümü geçirdiğimde, odadan çıkışım da bana yetmedi ve arkamı bile dönmeden kapıyı açıp evden de dışarı attım kendimi.
**
NEHİR
Şu suratıma yapışıp kalan sırıtıştan bir türlü kurtulamadığım için, Seher Teyze'nin misafir odasında mahsur kalmıştım. Kendimi toparlamam epey zamanımı almıştı ve dolayısıyla öyle aç biilaç ayakta sap gibi dikilişimin bilmem kaçıncı dakikasında ancak sofraya dönüş yapabilmiştim.
Kahvaltıdan sonra, Togay'ın kendi kendini rehber ilan etmesiyle, sözüm ona Antakya'da gezilmedik tek bir nokta dahi bırakmayacağımız turumuza, dünyanın en uzun sahilleri arasında olan Çevlik'ten başladık.
Sahil yürüyüşünden, limana varana kadar bütün Samandağ'ı talan etmiş, türlü türlü salaş işletmelerde mola verip, bir şeyler atıştırmıştık.
Bütün bu dolu dolu geçen zamana rağmen ben; her ne kadar Titus Tüneli'nin ihtişamı ve Beşikli Mağaralar'ın Ölüler Şehri'ne yakışır atmosferiyle bir parça oyalanmış olsam da, akşama kadar geçen tüm saatleri boş buluyordum. Sebebi belli ama tanımı gereksiz, tarifi imkansız bir eksiklik vardı çünkü içimde. Ne yediğim-içtiğimin, ne gezip gördüğümün hiç bir anlamı yoktu sanki...
**
ATEŞ
Bir hafta önce Antakya'ya ilk geldiğimiz gece, odamda beni turşu bidonlarının, tahıl çuvallarının karşılayacağını sanmıştım, ama aynı on yıl önce bıraktığım gibiydi. Hiç bir değişiklik yoktu. Hatta üç yaşıma girerken doğum günü hediyesi olarak dedemin bana aldığı akülü arabayı bile, müzelik bir materyal gibi itinayla saklamıştı annem. Yani yuvamdan izlerimin hiçbiri silinmemişti ve ben de kilere çevirmekle suçladığım annemin günahına girmiştim.
Şimdi de sanayide, beni bugünlere getiren adamın altı yıl önce atölyesini başka birine devrettiğini öğrendiğimden beridir, aklıma hücum eden kötü ihtimallerin tümünün, aynı odam için düşündüklerim gibi kof çıkması ümidiyle, ustamın evinin önündeydim. Ama maalesef odama girdiğimde gördüğüm hoş sürpriz bu sefer beni bulmamıştı.
Benim Amerika'ya gittiğim yıl kendisine teşhisi konan kolon kanseri, geçtiğimiz bu seneler içerisinde koca adamı adeta bakıma muhtaç küçük bir çocuğa çevirmişti.
Bir hata yaptık mı, şamarı indirdiği yeri üç günlük sızıya maruz bırakan koca elleri avuçlarımın içinde kayboluyordu artık. O nasırlı, kaya kadar sert derisinden eser yoktu. Pamuk gibi yumuşacık, soğan kabuğu gibi de incecikti şimdi.
İyice bükülmüş sırtı yüzünden ayakta bile duramıyordu. Bağırdı mı sanayinin ta girişinden duyulan o gür sesi, bir mırıltı gibi çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜK
Fiksi RemajaNehir, sıkıntılı geçmişine rağmen, tek derdi kendine ait bir dünya kurmak olan bir üniversite öğrencisidir. Ancak bu dönem, okuduğu üniversiteye Amerika'dan gelen bir misafir öğrenci yüzünden, bütün hedefleri şaşmış ve bir anda kendini, toz pembe bi...