BÖLÜM 45 ...bir ömür yeter...

311 7 0
                                    


ATEŞ

Bu yalnızlık kıyaslaması beni acayip gaza getirmişti. Kendimi birden;

"Kimin yalnızlığı daha büyük, orası tartışılır." diye fısıldarken buldum.

Benim fısıltım, gece sessizliğinde Nehir'in kulaklarına net bir şekilde iletilince de:

"Nasıl yani?" diye tepki vermesi kaçınılmaz oldu.

Aslında tam da konusu açılmışken, hazır bana da gökten ilahi bir güç inmişken ve nasılsa Antakya'dan döner dönmez anlatacağıma dair karar da almışken, ne duruyordum ki?

Zaten şunun şurasında bir buçuk aylık bir zamanımız kalmıştı birlikte geçireceğimiz. Bilse ne olurdu, bilmese ne?... ve hatta hatta; dedesinin endişelendiği gibi kızı nikahıma da almayacağıma göre, yüzüme hiç bakmasa ne?

Bu düşüncelerle önce kendimi bir hazırladım. Sonra oturduğum yerde doğruldum. Şöyle derince bir nefesi içime çektim ve bir on dakika sonra hayatımda beni böylesine etkileyen ilk ve tek kızın karşısında bütün gerçekliğimle çırılçıplak kalmak üzere tüm gizemimi soyunmaya başladım:

"Bizim oralarda her sene bu mevsimlerde zeytin toplamaya, dağlara çıkılır........"

**

NEHİR

Benim aciz hikayemden sonra sıra ona geçmişti. Şimdi muhtemelen, sırf ben kendimi biraz olsun iyi hissedeyim diye, çocukluğunda yaşadığı mülayim bir anıyı, vahşet senaryolarıyla süsleyip travma tadında anlatacaktı:

"Bizim oralarda her sene bu mevsimlerde zeytin toplamaya, dağlara çıkılır. Birileri ağaca çıkar, zeytinlerin yere düşmesini sağlar, birileri de aşağıda düşen zeytinleri toplar...

Piknik havasında olanlarda amelelik edenlere su servisi yapar, sofra kurar, közde çay-kahve falan pişirir..."

Sözlerine başlamadan önce derin bir nefesi içine çekmesine rağmen, bu basit girizgahtan sonra minik bir ara verip, her cümle arasında aynı miktarda soluma ihtiyacı duyarak devam etti:

"Annem bana dört aylık hamileyken, işte bu zeytin fasıllarından birine piknikçi olarak katılmak için ayak diremiş.

Önce karşı durmuşlar, 'Ne işin var senin bu halinle!'/'Otur oturduğun yerde!' diye... Ama sonra kıramamışlar hevesini. Götürmüşler.

O gün de hava kapalı... Bulutlar yüklü... Yağmur çiseliyor, gök gürlüyor falan..."

O kadar zorlanıyordu ki anlatırken... Ya finalin benim çocukluğumu ekarte edecek kadar karanlık olması için sağlam bir kurgu düşünüyordu, ya da gerçekten de final, benim çocukluğumdan çok daha karanlıktı.

**

ATEŞ

Hikayenin en can alıcı yerinde, başta nereden geldiğini anlamadığım aptal cesaretim beni terk etti ve kızın karşısında bizim oraların zeytin hasadını anlatmaktan öteye gidemez bir halde, göt gibi kaldım. 

Bundan sonrası dibi belli olmayan bir uçurumdu artık ve ben buraya kadar o uçurumdan atlama kararıyla gelmişken, şimdi 'Nasıl kıvırırım!'ın derdine düşmüştüm.

Zihnim onca çabama rağmen usturuplu bir yalan bulamadı ve ben hikayeyi buradan çevirmeyeceğimi anlayıp, çaresiz orijinal finaline bağlayıverdim:

"Civar köylerden birine yıldırım düşmüş..."

**

NEHİR

BENİM YALNIZLIĞIM DAHA BÜYÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin