Bölüm 44

165 14 144
                                    

Damla anlatımından;

Oktay'ın Ahmet'i öldürüp bizi kurtarmasının üstünden iki gün geçmişti bile. Gözlerimi açık tutmadığım ve onun beyninin paramparça oluşunu göremediğim için şimdi kendime kızıyordum. Gözleri açık yüzü donan ifadesi ve pis kanı ise hala zihnimdeydi ve sonsuza kadar unutmayacağıma emindim.

Dilek ve Oktay'ın durumunun giderek düzelmesi şuan mutlu olduğum tek şeydi. Aldığımız habere göre Jordan da ölmemişti, şükür ki hastanede tedavi altındaydı ve durumu da ciddi değildi.

Dilek'in utanarak anlatmasına göre yapacağı kostümler için onu manken olarak kullanırken -yarı çıplak- baskın yapmışlardı ve Jordan silahını alana kadar yaralanmış, aynı zamanda da uyutulmuştu. Sonrasında Ahmet'in yanında gözlerini açtığını söylemişti Dilek. O kendini ne kadar suçlu hissetse de Dilek ya da biz Jordan'ı asla suçlamamıştık çünkü Ahmet öldürmesi gerekse bile onu kaçırmak için her şeyi yapardı. Yaşadığı için mutluyduk.

Aslında Dilek daha mutluydu, belli ki bu süreçte birbirlerine ısınmışlardı ve aynı apartmanda yaşıyorlardı Paris'te de. Henüz bir şeyler için erken olsa da, ileride bu iş ciddiye binebilirdi ve iyi de olurdu.

Son iki günde öğrenip şahit olduğum şeyler beni artık şaşırtmamıştı. Oktay iyileşiyordu ama yaraları gerçekten ciddiydi ve doktorlar sizi bağlamamız gerekse bile artık yatakta kalacaksınız diyerek onu iyi bir paylamıştı. Benim için yaptığı şeyi kim yapardı ki?

Ayrıca İlkay'ın müthiş zekası ve yardımı ile Oktay'da olduğunu öğrendiğim vericiyi de bulmuşlardı. Zaten bulmasalar Ahmet geldiğini görürdü. Bu süreçte en çok üzüldüğüm, kendimi suçlu hissettiğim şey ise Emir'in öldüğünü öğrendiğinde kardeşimin verdiği tepkilerdi. Saatlerce morgdaki Emir'in soğuk bedeninin yanında durmuş ve yere çöküp ağlamıştı. Onu çok sevdiği belliydi, böyle öğrenmesini istememiş olsam da gidişata müdahale edememiştim. Çünkü ben de baygındım. O patlamadan sonrasını hatırlamıyordum gerçekten de.

İsteği üzerine Yağmur'u Emir'in cenaze işlemlerini halletmesi için eve göndermiştik. Oktay da dedesini güç bela hastanede kalmaması için ikna edebilmişti. Koruma ordusu -hani şu pek işlevi olmayan adamlar- dışında yanımızda kimse kalmamıştı. Dilek'in odasından çıkıp aksayarak Oktay'ın odasına ulaşmıştım. Bacaklarımdaki kesikler ince ama keskindi ve bastıkça da acıyordu ama artık bir önemi yoktu. Ahmet konusu ise henüz kapanmamıştı ve bizi dahaada kötüsü bekliyordu, bunu Oktay ile mutlaka konuşmalıydım artık. İçeri girdiğimde Oktay'ı beni beklerken bulmuştum.

''Sonunda bana sıra geldi mi?''

''Evet, bundan sonra sadece seninim sevgilim. Nasılsın?''

''Geceme güneş gibi doğdun, nasılım sence? Şu hastane odası bile cennete dönüştü gelişinle. Asıl sen nasılsın?''

Yanına yaklaşıp kurumuş dudaklarını biraz ıslatarak öptükten sonra başucundaki sandalyeye atmıştım kendimi. Belden aşağım cayır cayır yanıyor gibiydi.

''Sayende hayattayım aşkım, sen de hayattasın ve iyi olmamı sağlayan tek şey bu inan ki.''

''Benim de. Nedense bir şeyler söyleyecekmişsin hissine kapıldım güzelim, sorun mu var?''

''Giderek bana benzemeye başladın, korkuyorum Oktay.''

''O zaman doğru.''

''Ne yazık ki... Konuşmamız gereken çok önemli ve karanlık bir şey var. Ama istersen biraz daha bekleyebilirim.''

Yan tarafına dönerken acıyla inlemişti ama vazgeçmeyip elini benimkine kenetlemeyi başarmıştı yine.

''Doktoru çağırmamı ister misin? Çok acıyor mu?''

BİR DAMLA AŞK (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin