Merdivenlerin bitimine kadar attığım her adımda eski anılarım zihnime hücum etmeye devam etti. Evimizin kapısının önünde durdum ve annemin her zaman anahtarı bıraktığı yere baktım. Hala aynı yerdeydi... Bazı şeyler hiç değişmemiş gibiydi, belki de değişen sadece ben ve yokluğumdu. Fakat yalnız yaşaması gerekirken, bu anahtarı kimin için bıkrakıyordu? Belki de hayatına yeni birisini almıştır. Benim yüküm olmadan kendi hayatını yaşamaya karar vermiştir. Böyle olması beni derinden etkilese de, aynı şekilde mutlu da ederdi. Kapıyı açınca Alec arkamdan içeriye girdi ve konuşup "Buraya ilk gelişimi çok net hatırlıyorum" dedi. O anı hatırlarken gülmeden duramadım ve görünmez bir adamı anneme gösterme çabamı hatırladım. Ardından aklımda dolanan soruyu düşündüm. "Eğer güçlerim burada çalışmıyorsa, sen nasıl görünmez olmuştun?" diye sordum. Bana cevap vermeden önce eski odamın yerini sordu ve oraya doğru yürüdü. Ben ise sessizce onu takip ettim. "Kendi güçlerimiz işe yaramaz ama peri tozları bir süreliğine etkisini sürdürüyor" dedi.
Ardından odadaki büyük dolaba doğru yürüyüp etrafı aramaya başladı. Oda garip bir şekilde aynı kalmıştı. Alec etrafa bakınırken bir yandan da "Güçlerim olsaydı eğer, ok ve bir yayla saldırmazdım" diye sordu.
Bunu ikinci kez dile getiriyordu.
Omuzlarımı silkerek cevap vermemeyi seçtim. Ona ne aradığını sormadan önce "Annemin hafızasından silindiğime göre neden burası hala aynı durumda kalmış?" diye sordum. Aramasını birkaç saniyeliğine durdurdu ve arkaya dönüp "Muhtemelen bu odanın küçükken kaybettiği kızına ait olduğunu düşünüyordur. Dediğim gibi anılar tamamen silinemez" dedi. Kafamı salladım ve yanına gidip sonunda ne aradığını sordum. "Seni bulduğum zaman elinde olan kitabı arıyoruz" dedi. Kafamı iki yana sallayarak "Kitap burada olamaz çünkü onu giderken kendimle götürdüm" dedim. "Burada var olan anıların yüzünden kitap bir tür güçle eve bağlanmış ve geri dönüyor. Onu bulursak dünya ile bağını tamamen kesebiliriz" dedi. Bunu neden yapmak istediğini bir süre düşünsem de sonradan anlamıştım. İş bitip mühür bizden alınınca, ruhumun buraya dönmesini istemiyordu. Birbirimizi hatırlamasak bile aynı okula gidebilirdik. Tekrardan buluşabilmemiz ise tamamen kadere kalmıştı. Belki de ruhumun artık dönecek bir yeri kalmadığı için arafta sıkışıp sonsuzluğa gömülürdü.
Alec'e yardım etmek adına kitabı bırakabileceğim son yere bakmak için harekete geçtim. Dolabın büyük kapısını açtım ve sanki dejavu yaşıyormuş gibi onu yeniden gördüm. Yavaşça dokundum ve oradan çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Alec bana ve elimdeki kitaba bakıp yanıma geldi. "Arkedia değişecek, yeni kurulan düzenimizle, bizim istediğimiz gibi olacak" dedi. Söylediklerinin çoğu, kendi kendime de düşündüğüm şeylere benziyordu. Haklıydı. Büyü, gerçekten de evrendeki en yıkıcı güçtü, eğer kontrol altına alınırsa daha iyi olabilirdi. Konuşmanın tam ortasında başıma giren ağrıyla bir saniyeliğine donup kaldım. Ardından gözlerimin önünden birkaç savaş ve yıkım sahnesi geçti. Elimi telaşla Alec'in koluna koyarken "Geri dönemimiz gerek" dedim. İçimden bir ses bu görüntülerin Arkedia'ya ait olduğunu söylüyordu. Diğer yanım ise bunun olmaması için yalvarır haldeydi. Abel o kadar acımasızdı ki, yokluğumuzu fırsat bilmesine hiç şaşırmıyordum. Bu ihtimalleri düşünerek hemen ayağa kalktım ve Alec portalı açmak için küreyi cebinden çıkarırken, kitabı elimde sıkıca tutarak yanında bekledim.
Portal açıldı ve her ikimiz aceleyle oraya doğru ilerledik. Evrenler arası yolculuğa alışamayan vücudumuz altüst olsa bile buna aldırış etmeden başımı kaldırıp etrafa baktım. Yolun epey uzağından görünen akademinin yüksek binaları sanki sonsuz bir alevle yanıyor ve buradan bile belli oluyordu. Etraf yıkım alanına dönmüştü. Alec'e baktığımda kaşlarını çattı ve "Tutun bana" diye konuştu. Ne dediğini anlamayarak anlamsızca ona baktığımda elimi tuttu ve boynuna sarmam için çekiştirdi. Dediğini yaptım ve ona baktığımda sanki bir şey hazırlanmaya çalışıyormuş gibi durduğunu fark ettim. Gözlerini sıkıca kapatıp kendi kendine "Hadi!" diye konuşuyordu. Ona ne yapmaya çalıştığını sormaya bile fırsat bulamadan sırtının her iki tarafından büyük siyah kanatların yükseldiğini ve bizi havaya kaldırdığını gördüm. Güçlerim dolayısıyla ben de uçabiliyordum ama bu bambaşka bir şeydi. Kanatları gerçek tüy değildi. Simsiyah bulutlardan oluşmuş gibi görünüyordu. Elimi uzatsam, içinden geçecek kadar gerçekçi duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş Mührü
FantasyRuhumuz bazen kendi bedenimize ait hissetirmez. Bunu farklı yollarla bize gösterir. Kafada duyulan sesler, görülen gölgeler ve daha fazlası. Ruhumuz özgürlüğüne kavuşmak için bir sürü doğaüstü yolu dener. "Her gece ruhumunun bedenimden ayrılmaya ça...