Günler birbirinin ardına dizilerek ilerlese de ben yerimde duruyordum. Eskisinden daha iyi ve ya kötü değildim. Sadece bir günün daha diğerinin ardından bitmesini bekleyerek geçiriyordum. İçime kapanmak beni kötü etkilese de buna mahkummuş gibi hissediyordum. Uzun bir süre bu duyguyu en derinlerimde hissetmiştim. Lorna, yeniden yalnız olmadığımı hatırlatana kadar bu böyle devam etmişti. Benim için bir umut olduğunu ve çabalama isteğimi yeniden uyandırmıştı.
Onunla olan son konuşmamızın ardından bir hafta geçmişti. Sıradaki serginin düzenleneceği güne gelmiştik. Pazar sabahı, erken saatte evden ayrılarak yola çıkmıştım. Lorna, beni önceden görmek istediğini ve konuşmamız gerektiğini söylemişti. Bu durum beni tedirgin etse de onu dinlemeden paranoyak fikirler üretmemeye çalıştım. Adımlarımı hızlı tuttum ve okulun caddesine gelerek köşede bekledim. Sokağın başından Lorna'nın kırmızı montu göründü ve elini sallayarak yanıma doğru yürüdü.
Birkaç adım öne gittim ve aradaki mesafeyi kapatarak ona sarıldım. Bu sarılma öylesine bir şey değildi. İçinde bir sıkıntısı olduğunu gösterecek cinstendi. Saniyeler geçse de kollarını belimden ayırmadı. Geri çekildiğinde sakince yüzünü inceledim. Gözleri dolmaya başlamıştı. Endişelenerek, "Neyin var?" diye sordum. Konuşmak istediği konu onu bu hale getirmiş olmalıydı. Başını salladı ve "Okulu bırakıyorum" dedi. Şaşkın bir şekilde kaşlarımı çatarak sadece, "Saçmalama" diyebildim.
"Aslında sadece bir yıllık donduruyorum" dedi. "Neden böyle bir şey yapasın ki?" diye sordum. Buruk bir şekilde gülümsedi ve "Çünkü Jonas evi terk ediyor ve benim de anneme destek olmam gerekecek" dedi. Lorna'nın annesi yaklaşık altı yıl önce başka birisiyle evlenmişti. Lorna, ilk başta üvey babasını sevmese de daha sonralar alışmıştı. Hatta aralarında özel bir bağ bile oluşmuştu. Fakat sonralar Lorna'nın annesi çok fazla içmeye başlamıştı. Kocasının onu bırakması neredeyse an meselesiydi.
Lorna bunları bana anlatırken bile ağlamamak için zor duruyordu. Dışarıdan dünyanın en rahat insanı gibi görünse de bir çok zorlukla yüzleşmişti. Şimdi ise annesinin seçimlerinin bedelini ödemek zorunda kalıyordu. "Sana yardım etmek için ne yapabilirim?" diye sordum. Ben onu kendimden uzaklaştırana kadat en zor anlarımda yanımda olan tek kişi Lorna olmuştu. Şimdi ise onun en zor anında yanında duracak ilk kişi ben olmalıydım.
"Sadece işten kovulmamıza sebep olmasan yeterli" diyerek güldü. Yanaklarından süzülen yaşları sildim ve saçlarını geriye atarak, "Hepsi geçecek" diyebildim. Başını salladı ve onaylayarak kendini toparlamaya çalıştı. Koluma girdi ve cadde boyunca yürümeye devam ederken, "Herhangi yeni bir bilgi var mı?" diye sordu. "Dün gece yeni bir kabus gördüm" dedim.
Sertçe yutkundum ve aynı sahnelerin gözümün önünde canlanmasına engel olmak istedim. Gece boyunca peşimi bırakmadan zihnimi esir almıştı. Morarmış göz altlarım ve bitkin düşen bedenimin ayakta kalabilmesine bile şaşırıyordum.
Lorna, koluma dokundu ve "Lena" diye seslendi. "Anlatmak ister misin?" diye sordu. Başımı salladım ve boğazımı temizleyerek dudaklarımı araladım. "Bir mezarlıktaydım ama diğer kabuslarımın aksine burası gerçek dünyaya benziyordu. Yanı başımda bir adam vardı ama yüzünü göremedim" diyerek sustum. Kelimeler boğazıma düğümlendi ve yeniden çabaladım. Lorna beklenti içince beni dinliyordu.
"Ardından birisi daha geldi ama insanımsı bir varlık değildi. Ona doğru ilerledim ve sonrasında-" dedim ve durdum. Cümlenin sonunu sesli bir şekilde dile getirmek sandığım kadar kolay değildi. Lorna kolunu kaldırdı ve bileğime koyup, "Sonrasında ne oldu, Lena?" diye sordu. Başımı kaldırdım ve yüzüne baltım. Söyleyeceğimden sonra gözlerindeki yoğunlaşacak duyguyu görmek istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş Mührü
FantasyRuhumuz bazen kendi bedenimize ait hissetirmez. Bunu farklı yollarla bize gösterir. Kafada duyulan sesler, görülen gölgeler ve daha fazlası. Ruhumuz özgürlüğüne kavuşmak için bir sürü doğaüstü yolu dener. "Her gece ruhumunun bedenimden ayrılmaya ça...