2/36. Bir, İki, Üç...

120 7 27
                                    

                   2/36. Bir, İki, Üç...  

Yüzüme değen buz gibi suyla irkilerek uyandım. Ağzıma kaçan sularla öksürürken etrafa bakmaya çalıştım. Kollarım arkadan bir sandalyeye bağlanmışken boş bir depodaydım. "Günaydın küçük sürtük."

Nefeslerimi dengeye sokmaya çalışırken kısık gözlerimle ona baktım. "Neredeyiz?"

"Mezarında." dedi elindeki kovayı yere bırakırken. Sol kolum ve saçlarımın dipleri sızım sızım sızlarken yüzümü buruşturdum. Gücüm beni terk etmişti.

"Ayıboğan." Ona ilk defa ismiyle hitap ettim. Karşımdaki koca cüssesiyle dikkatlice bana bakarken tekrardan konuşmamı bekledi.  "Ben sadece kendimi korudum."

Kelimeler dudaklarımdan teker teker süzülürken yüzü gerildi, kaşlarını çattı. "Böyle olmasını istemedim."

Ben gerçekten istememiştim. Ben, ben sadece...

"Ben, ben çok pişmanım." derken gözümü kapayıp derin bir nefes aldım. Soğukluk bedenimi zangır zangır titretirken dolu gözlerimle ona baktım. Bana inanmasından başka hiç bir şeyin beni kurtaracağına dair bir inancım kalmamıştı.

"Pişmansın öyle mi? Pişman!" Sesi öfke doluyken sert adımları bana yöneldi. Olabildiğince sandalyeye yaslandım. Sanki kurtulabilecek gibi.

Bilerek yaralı kolumdan tutarken inledim. "Yapma!" Sesim acıyla çıkarken kolumu çekmeye çalıştım ama nafileydi. "Ben sana pişmanlığı göstereceğim merak etme."

Kolumdan beni yiterken sandalyemle sağ kolumun üzerine düştüm. "Göstereceğim ben sana."

Sandalyeyle birlikte geriye çekilmeye çalıştım. Betonun pürüzlü yüzeyi çıplak kolumu zedelerken önemsemedim. Bir işe yaramazken üstüme düşen gölgeyle korktum.  "Üzgünüm." Kelimesi dudaklarımdan firar ederken bileklerimde ki ip genişledi. Ayıboğan iyice üstüme eğilirken ipi çekip beni serbest bıraktı.

Anlık bir umutla dudaklarım kıvrılırken gördüğüm gözlerle yutkundum. Aynı öfke ve nefretle bana bakmaya devam ediyordu. Pes eden ruhumla derin bir nefes verirken bedenimdeki güçsüzlükle yerimden hareket edemedim.

Her zamanki gibi yaralı kolumdan tutup beni kaldırmasıyla çarpık adımlarımla ona eşlik etmeye çalıştım. "Su."

"Lüt- lütfen."

En son boğazımdan ne zaman bir şeyler geçmişti? Şu an Argun'la olan masayı dağıttığım için dahi pişman olurken açılan kapıyla nutkum tutuldu.

Bu gördüğüm manzara gerçek olamazdı değil mi? Korkuyla adımlarım geriye gitmek isterken gerildim. "Ben, ben beni burada bırakma!" dedim telaşla kafamı iki yana sallarken.

Korkmuş, ürkek bir kız çocuğu gibi ona bakarken o güldü. Gözlerindeki nefret beni yutarken dudaklarım titriyordu. Ama yinede ona bakmaya devam ettim. Belki bir ihtimalle diye.

Kafasını bana doğru eğerken nefesi tenime temas etti. Nefesi ürpermeme sebep olurken kafamı olabildiğince geriye çekmeye çalıştım. "Oysa ki ben yılanların efendisine aşıksın diye duymuştum."

Gözlerim kocaman açılırken dehşet içinden ona baktım. "Ayıboğan..." Gözlerim arkamdaki odaya değdi ve geri ona döndü. "Yapma!"

Boştaki eli yüzüme gelen bir kaç saç telini sertçe çekip kulağımın arkasına bıraktı. Psikopat gülüşüyle ortaya saçılmış beyaz dişler, nefretle dolmuş ve kısılmış ela gözler ve tehlikeli bir şekilde kalkmış kaşlarıyla beni korkutuyordu. Ama şu an önümüzde duran oda kadar değildi.

YILANLARIN EFENDİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin