Tam iki saattir, içinde bulunduğum araba hareket halindeydi. Fazla hızlı olmasına rağmen, beni götürmek istedikleri yere hala ulaşamamışlardı. İnsanlar, evler çok geride kalmıştı. Artık geçtiğimiz yerler, tenha, insansız yollardan ibaretti .
Belalı istediğini almıştı, artık onun ellerindeydim.
Yağmur başlamıştı. Gökyüzüne baktım. Sabah olmak üzereydi. Yağmur yağıyordu. Normalde benim için yağmur huzur ile eş anlamlıydı. Kokusu, yere düşerken çıkardığı sesi... Bana hep bir mutluluk, huzur veriridi. Ama şimdi yağmur yağarken bile, gökyüzü sanki kan ağlıyordu.
Ve araba, tenha bir arazinin hemen ortasında duran, küçük gecekondunun önüne geldiğinde durdu. Demek kendine yeni bir mekan olarak burayı seçmişti. Kadınlarını burada tutuyordu.
Önünde durduğumuz gecekonduyu görmem ile artık kurtulma şansımın hiç olmadığını daha kesin, daha net anlamaya başlamıştım. Burada Allah'ın bir kulu bile yoktu, bir tane yaşam belirtisini işaret eden hayvan, bitki, hiçbir şey yoktu. Koca bir arazi ve ortasında duran bir gecekondu.
Ölümün yaklaştığını, ben de her kurban gibi hissediyordum. Bu çok berbat bir duyguydu.
Arabanın durması ile Belalı arabadan indi ve beni de kolumdan tutarak indirip, gecekonduya doğru sürükleme başladı. Artık ağlamıyordum. Sanki pınarlarım kurumuştu ve artık dökecek yaş kalmamıştı.
Havada sert bir rüzgar vardı, rüzgarın eserken çıkardığı o ses bile bana ölümü hatırlatıyordu.
Yanmak için illa da aleve gerek yoktu. İçinde bulunduğum durum yüzünden yanıyordum sanki. Ve birçok parçam kül olmaya başlamıştı bile. Emindim ki çok yakında tamamen küle dönecektim.
Sürükleyerek beni gecekondudan içeriye soktu ve bir odaya götürdü, içine soktuğu odanın ortasına sertçe fırlattı. Canım o kadar çok acıyordu ki, bu acıyı hangi kelimeler ile ifade edebileceğime karar veremiyordum.
Ağaçtan düşüp, rüzgarın insafına kalmış bir yaprak gibiydim. Savruluyordum, sürükleniyordum. Başıma neler geleceğinden, habersizdim. Bu defa hangi acının beni ele geçireceğini, daha ne kadar işkenceye maruz kalacağımı bilmiyordum.
Önüme düşen saçlarımı arkaya ittim ve yüzümü kaldırdım. Kalkan başım ile birlikte odanın içinde bana acıyarak bakan gözler ile karşılaştım. Ben onlara ibret olmak için buraya getirilmiştim.
Karşımda duran kadınların yüzünü tek tek gezdi gözlerim ve en son birininkinde durdu. Alev abla bana diğerlerinden daha acı dolu bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm ifadede acı dışında daha pek çok duygu vardı. Sorgulayıcı bakıyordu mesela. Bana gerekirse öl ama geri dönme demişti ama ölmeyi bile beceremeyip buraya geri getirilmiştim.
Başımı yeniden önüme eğdim. Uzun zamandır kimse bana bu kadar acıyarak bakmamıştı. Bir kez daha Hakan geldi aklıma, gerçi aklımdan hiç çıkmamıştı ki. Ben bütün acılarımı ona anlatmıştım. Ama bana bir kez olsun küçümseyerek, acıyarak bakmamıştı. Tam tersi, çocuğunu kucağına almasını sağlayacağım için o gözlerde hep bir teşekkür , hep bir minnet vardı. Gözlerim Hakan'ın gözlerine değdiği o anları özledim. Sanki bedenimde bulunan her bir parçam Hakan ' ın ismini sayıklıyordu.
Dudaklarım çölde susuz kalmış bir çiçek gibiydi, Hakan'ın dudaklarımda bıraktığı neme özlem duyuyorlardı.
Ve yüzüme bir tokat darbesi daha yediğimde, atık canım birkaç saat önceki gibi yanmıyordu, uyuşmuştum sanki.
"İşte Belalı Mahir'in elinden kaçmaya cesaret eden her fahişenin hali bu olur. " dedi, beni gösterirken. Bedenimde görünen her yerim morluklar içinde kalmıştı, kanın o metalik tadını hala taze bir şekilde duyuyordum. Aynaya baksam ben bile benden, bu halimden korkup dehşete düşerdim. İnsanları dehşete düşürecek bir görüntüm olduğunun farkındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuğumun Annesi Olur musun?
RomanceRomantizm #1 Hiçbir hasta inancını kaybetmiş bir insan kadar umutsuz vaka değildir. Umudumu ve sahip olduğum tüm inancımı kaybetmiş ve son olarak da kendimi de kaybetmemle bitiş noktasına ulaşmıştım. Her şeyin bittiğine, hayatın acımasızlığına kar...