Oturduğum yerden, pencerenin arkasında kalan dünyayı izlerken, ayağıma bir metalin battığını hissettim. Bakışlarımı yere çevirdiğimde, yerde, küçük ve sivri bir metalin olduğunu gördüm. Elime alıp çevirmeye başladığımda, elimde bıraktığı acı bende nedensizce bir zevk yaratıyordu. Elimde ki metali duvara sürtmeye başladım ve pürüzlü yüzeyde 'Hakan' yazısını oluşturdum. Elimde ki metali atıp, parmaklarımı harf kümesinin üzerinde dolaştırdım. Gözlerim dolarken, içimde hissettiğim özlem kalbimi sıkıştıracak kadar ağırdı.
Hakan'ı çok özlemiştim.
Bir hafta. Dile kolay gelen ama yaşaması zorluktan ibaret koskocaman yedi gün akıp gitmişti.
Ölümden kurtulmuştum ama kurtulduğum eylemden nereye hangi fekakete atılmıştım, bilmiyorum. Beni burada neden tutuyorlardı? Bu halim ile benden fuhuş yapmamı mı isteyeceklerdi?
Bedenime enjekte edilen zehir, geçen zamanlar boyunca tüm bedenime yayılmış, herbir hücreme işlemişti. Burada geçirdiğim her gün boyunca, biraz daha ölmüştüm. Ölüyordum.
Vücudum, ona derman vaat eden panzehire muhtaçtı. Bir umut, çok küçük bir umut o kurtarılacağı günü bekliyordu.
İnsan yaşadığı her şeye rağmen umut etmekten vazgeçmeyen tuhaf bir varlıktı. Umut vazgeçilmezimizdi. Umut tutunduğumuz daldı. Umut, bizi yaşama bağlayan güvenli kollar demekti.
Umut karanlığa ışık tutan bir fenerdi. Karanlığımın ışığa ihtiyacı vardı. Elimi karnıma götürdüm, yanağımda hissettiğim ıslaklık ile birlikte fısıldadım. "Beni umuttan yoksun bırakma."
Yirmi iki yaşıma girmeme çok az kalmıştı. Şu an benim gireceğim vizelere hazırlanmam gerekiyordu. Akşam geç saatte dışarı çıkmak için babama bahaneler uydurmam gerekiyordu. Elini tuttuğum sevgilim ile pembe hayaller de dalaşıyor olmama gerekiyordu. Benim annemin kolları arasında, şımarıklık yapmam gerekiyordu. Ama hayat bana öyle bir oyun yazmıştı ki, ben bu oyunda başroldüm ve bu başrolde anne olan bendim.
Kızım bana tutunuyordu, ben de ona. İçimde günden güne büyüyen bir umut vardı. Umudum beni bırakmamıştı. O umut beni terk etmediği sürece, ben ondan asla vazgeçmeyecektim.
Açılan kapı ile kafamı sağ tarafa çevirdim. İçeriye giren Alev abla, yüzünde ki yorgun ifadeyi sildi ve " Yine musluklar açılmış." dedi. Hırkasının altından bir paketi çıkarttı ve bana uzattı. "Senin için kocaman bir ekmek arası hazırladım. Hadi. Hızlı hızlı ye de Mahir ile başımı belaya sokma."
Elime uzatılan ekmek arasına baktığımda, zehir görmüş gibi oldum. "Bu haldeyken yemeyi mi düşüneceğim Alev abla?" dedim.
"Hayır, bu haldeyken yemeyi değil bebeğini düşüneceksin. Babası geldiğinde mutluluğunu yalnız seninle değil, bebeği ile de yaşamalı. "
" Hakan gelecek. Bizi burada bırakmayacak. O canı pahasına da olsa bizden vageçmez. " dedim ama ses tonumda anlaşılan açık bir soru tonu vardı.
" Vazgeçmez. Şu sular durulsun, Mahir az da olsa gözünü üzerimizden çeksin, inan bana canım pahasına da olsa size yardım edeceğim. "
" Aylar önce de canın pahasına bana yardım etmiştin. "
" Benim canım senden kıymetli mi kuzum? Kirli bir et parçasından beklentim kalmadı artık. Biraz daha yaşasam elime ne geçecek? Sadece geçen her zaman da biraz daha kirlenecek bedenim. " dediğinde gözleri dolu dolu olmuştu. O kolay kolay ağlayan biri değildi, güçlü ve vicdanlı bir kadındı.
" Ruhlar kirlenmesin abla. " dedim.
Ruhlar kirlenmişse bedenler temiz olsa kaç yazardı?
Temiz bedenlerin arasına sıkışıp kalmış, günahkar ruhlar, kime ne fayda sağlardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuğumun Annesi Olur musun?
RomanceRomantizm #1 Hiçbir hasta inancını kaybetmiş bir insan kadar umutsuz vaka değildir. Umudumu ve sahip olduğum tüm inancımı kaybetmiş ve son olarak da kendimi de kaybetmemle bitiş noktasına ulaşmıştım. Her şeyin bittiğine, hayatın acımasızlığına kar...