39. BÖLÜM

18K 858 89
                                    

"Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol."

《Yahya Kemal Beyatlı - Sessiz Gemi şiirinden alıntıdır》

☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆

Zaman ve mekan kavramını yitirmiş bir halde kendime gelmeye çalışıyordum. Ensemdeki ağrı, ani hareketimle kendini daha çok hissettiriyor ve bu durum kendime gelmem konusunda en büyük sorunumdu şuan. Yattığım yerde sırt üstü dönerek derin nefesler çektim içime ve en son hatırladığım şeyin ne olduğunu bulmaya odaklandım. Sabah kahvaltımız, şantiye ve sonra... tabi en son ismimi söyleyen bir adam, ensemdeki korkunç ağrı ve Emre'nin adımı bağırarak bana koşuyor olması, son hatırladığım şey buydu benim. Peki ben neden buradaydım? Ya da ben neredeydim?

Elimi enseme götürüp ovuşturdum ve yerimden kalkmaya zorladım kendimi. Gözlerimi etrafımda gezdirdiğimde, kesinlikle bir depoda olduğumu söyleyebilirdim. Ancak değişik olan şey biraz önce kalktığım yatak ve yatağın yaklaşık üç adım ilerisinde etrafımı çepeçevre saran demir parmaklıkların olmasıydı.

Tam olarak nerede olduğumu bilmesemde, tutulduğum yerin birilerini tutabilmek için hazırlanmış olduğu şüphe götürmez bir gerçeklikti. Gün yeni kararıyor ya da yeni aydınlanıyor gibiydi. Eğer yeni kararıyorsa, buraya geleli bir kaç saat geçmiş olmalıydı. Yeni ağarıyorsa da saatlerdir burada baygınım demektir.

"Hey kimse var mı?" diye bağırdım. Sesim boş mekanda yankılanıp yeniden kulaklarıma doldu. Cümlemi birkaç sefer tekrarladığımda, içinde bulunduğum kafesin sağ tarafında bulunan duvardaki demir kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Açılan kapının duvara vururken çıkardığı o tok ses, boş alanda daha büyük bir yankılanmaya sebep oldu. Ani gelen gürültü, yerimden sıçramama sebep oldu. Kapıdan giren adam, zayıf ama uzun boylu ve sert çehreli birisiydi. Elinde taşıdığı, bana getirdiğini tahmin ettiğim tepside yiyecekler vardı. Kafesin kapısını açmadan, altta bulunan açıklıkdan tepsiyi bana doğru ittirdi. Adam ruhsuz gibi hareket ediyordu. Biranlık yüzüme bakıp hemen arkasını dönüp gitmeye yeltendi.

"Hey! Kimsiniz siz? Beni neden kaçırdınız? Neredeyim ben?" adam beni umursamadan arkasını dönüp yürümeye devam etti.

"Sana diyorum sağır mısın yoksa dilsiz misin?"

"İkiside değil yavru ceylan, konuşmayı pek sevmez kendisi." Diyen bakışlarımı çevirdiğimde, bedensel olarak birbirine benzeyen bu iki adamı ayıran en büyük özelliğin bakışları ve surat ifadeleri olduğunu gördüm. Konuşan adamın bakışları itici ve çirkindi. Surat ifadesi ise yılışık ve piç bir sırıtmayla süslenmişti. Bu ayrıntılara takılmamaya çalışarak sorularımı bu defa bu yılışık adama sordum.

"Kimsiniz siz? Beni neden kaçırdınız?"

"Biz gördüğün gibi sıradan adamlarız işte seni neden buraya getirdiğimize gelirsek, sabret. Birazdan patron gelecek, gereken açıklamayı sana o yapar." Cümlesini bitirdiğinde bir eliyle çenesini sıvazlayarak, beni baştan aşağı süzdü. Bakışları insanı korkutan ve tiksindiren bir şekildeydi. Yüzümü buruşturmadan duramadım. Bu hareketimi gördüğünde, dilini üst dudağının üzerinde dolandırdı ve bu midemin bulanmasına yettide arttı bile. Diğer adam ise benim dışımda herşeyle ilgili gibi görünüyordu. Adamın suratını görmeye devam edemedim daha fazla ve sırtımı döndüm. Ayak seslerinden anladığım kadarıyla onlarda biraz önce sertçe açtıkları kapıya ilerliyorlardı. Saniyeler içinde kapının kapanma sesini duyunca, tuttuğumu bile farketmediğim nefesimi dışarıya bıraktım. Adamın bakışları ve hareketleri gerilmeme sebep olmuştu. Gözlerim biraz önce önüme ittirilen tepsiye takıldı. Koca bir sandviç ve meyve suyu vardı içinde. Hem canım bişey istemiyordu doğal olarak hem de açlıktan gebersem bile bu adamlara güvenip getirdikleri şeyi yiyecek değildim.

GÖZYAŞIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin