İçimi huzurla dolduran sabah ezanı sesiyle gözlerimi aralamaya çalışırken yatakta bulmuştum kendimi. Oysaki en son balkondaki sedirde uzanıyordum. Sonrasında yatağa nasıl geldiğimi düşündüm. Ömer'in beni kucaklayıp yatağa getirdiğini hayal meyal hatırlamıştım.
Namazımı kıldıktan sonra yatağa girdiğimde Ömer'in hala ateşi olduğunu farkettim. İlaçlarını düzenli alıyordu ve çok dikkat ediyorduk. Doktor da arada bir geliyor muayene edip iğne yapıyordu. Yine de ateşi yükseliyordu.
Yattığım yatak beni boğmaya başlamıştı. Düşünceler beynimi kemirirken yataktan çıkıp balkona gittim. Güneş doğmak üzereydi ve muhteşem bir manzara sergiliyordu.
Güneş doğmuş, gün aydınlığa kavuşmuş, kuşlar yeni güne neşe katmak için cıvıldamaya başlamıştı. Yüzümü okşayıp geçen melteme arka bahçedeki ıhlamur ağacının kokusu eşlik ediyordu. Bu evdeki en huzurlu şey buydu bana göre.
Saat yediye yaklaşırken avludaki çardağa doğru yürüyen Habibe nineyi gördüm. Elindeki küçük çantayla çardakta oturmuş, biraz soluklandıktan sonra çantasından çıkardığı yumağı örmeye başlamıştı. Anlaşılan onu da uyku tutmamıştı ve bu saatte üşenmeden örgüsünü örüyordu.
Kıyafet odasına giderek üzerime geçirdiğim feracemi ve geceliğimi çıkarmıştım. Üzerime giydiğim sarı elbisenin üzerine kemerine uygun kahverengi leçeği de başıma sarmıştım. Ömer'i uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça odanın kapısını kapatıp avluya çıkmıştım. Habibe nine, yanına ulaştığımda beni farketmiş, yüzüne içten bir tebessüm yerleşmişti.
"Seni de mi uyku tutmadı ninem."
Yüzüme bakarken tebessümünü biraz daha genişletmişti.
"Namazdan sonra uyunur mu kızım. Bakma şimdi devir değişti. Önceden sabah ezanıyla gün başlardı."
Dediğiyle gülümsediğimde gözlüğün altından yüzümü inceliyordu.
"Seni niye uyku tutmadı?"
Yüzüme bakarken bir anlam çıkarmaya çalışıyordu.
"Ben de erken uyanmaya alışığım. İşe gitmek için erken uyanırdım. Öyle alışkanlık oldu. Senin kadar erken uyanamasam da."
Son sözümü manalı bakarak söyleyince ikimizde gülmüştük.
"Aferin sana kızım. İstanbullu kız dediler. Bize uymaz dediler. İş bilmez, büyüklerini saymayı bilmez dediler. Ama sen gelince hepsini utandırdın."
Habibe ninenin işi dikkatimi çekmişti. Patik örüyordu ve çok zevkli görünüyordu. Elinden örgüyü almış, onun tarifiyle örmeye çalışmıştım. Sanırım bu işi zirvede bırakmak gerekiyordu. Örmeyi beceremeyince komik bir duruma gelmiştim ve bu halim ikimizi de güldürmüştü.
Mutfaktaki hareketliliğe başımı çevirmiştim ki balkonda durup bizi seyreden Ömerle gözgöze geldim. Dirseğini balkon duvarına yaslayıp elini yanağına dayamış keyifle bizi seyrediyordu. Bakışmamızı farkeden ninenin ısrarıyla odaya gittiğimde Ömer balkondan içeri giriyordu.
"Sabah sabah bu ne keyif böyle."
Boğuk çıkan sesiyle yatağa geçerken zoraki gülümseyip ateşine bakmak için yüzüne dokundum.
"Kahvaltını getireyim ilaç saatin geçmesin."
Gideceğim sırada elimi tutup gitmeme engel olmuştu.
"Bana bunu yapma. Suratını asma. Sen surat asınca dünya kararıyor gözümde."
Dediğini umursamadan elinden kurtulmuştum. Ömer'e kahvaltıdan sonra yine ilacını içirip avluya inmiştim. Kahvaltı sofrası kalkmak üzereyken oturmuş, yemeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEL
SpiritüelBEDEL SERİSİ 1 Bir canın bedeli kaç can, kaç hayat, kaç umut eder? Elif ve Ömer'in hikayesi bu.. Bedele kurban edilen iki hayatın hikayesi.. Birbirine zıt iki karakter, iki yaşam, iki kırık kalp.. Mecburen birleşen iki hayat.. Elif.. İstanbul'da doğ...