Siyahi bir şoförün kullandığı lüks araba tek bir tümseğe, çıkıntıya rastlamadığımız yağ gibi yoldan kayarcasına ışıkların içine doğru gidiyordu.
Şehrin muazzam parıltısında onlarca belki yüzlerce bina bu uzaklıktan bir ışık dağı gibi gökyüzüne doğru uzanıyordu. Şehrin içlerine aktıkça görkem daha da baş döndürücü bir hal aldı. Bir top renkli güneş parçası gibiydi Dubai. Dünyanın bütün elektriğinin yarısı burada harcanıyordu sanki. Sonunu göremediğim cam binaların aynasında yüzüyordu şehir. Yapay havuzlardaki sular az sonra yoldan geçen arabaları sele verecek gibi yukarılara büyük bir patlamayla şaha kalkıp ardından sakince duruluyordu. Uzaklardan görünen denizin üstünde de büyüleyici bir şölen vardı. Kış mevsimi kapımızdaydı ama arabadaki klima içeriyi ısıtmak için değil serinletmek için çalışıyordu. İnsanlar incecik, kısacık kıyafetlerle yazı yaşıyorlardı dışarıda. Yolların kenarında kemerlenmiş palmiyeler, geleneksel kıyafetleriyle yollardan geçen Araplar, başka hiçbir yerde görmediğim, cam gibi yanan lüks arabalar, muazzam mimari başımı döndürmüştü.
Saat 11'e geliyordu ama sokaklar, caddeler hala kalabalıktı. Biraz ileride yüksek binaların arasında araba ilerledikçe görünüp kaybolan Burc- al Arab Binası vardı. Dubai'nin simgesi olan bina büyüktü ama yüksek binaların arasındaki caddede ilerlediğimizden net olarak görememiştim. Bir yerlerden gökyüzünü renklendiren havaifişekler atılıyordu arada bir. Cam binaların modern görüntüsüne meydan okuyan kum rengi yapılar, hurma ağaçları, Arapça yazılar, yapay havuzlardan fışkıran suyun renklendirilmiş şöleni... Rüya gibi bir yerdi burası.
Alışkın olduğu, yakıştığı yollarda uçar gibi yol alan lüks araba biraz sonra büyük bir otelin kapısında durdu. Şoför inip Zaydan'ın kapısını açtı hemen. Otelin dışında bekleyen vale de gelip benim kapımı açtı. Arabadan indik. Ben bagajdan valizimi indirmelerini beklerken Zaydan otele doğru gidiyordu bile. Yanında yürümediğimi fark etmiş olmalı ki bana dönüp seslendi.
"Ne yapıyorsun?"
"Valizlerim."
"Onlar getirirler. Gel sen." Zaydan'ın peşine takıldım. Kocaman lobi İngiltere'de gördüğümüz muhteşem amfiyi cebinden çıkarırdı. Kırmızı halılar, altın sarısı tırabzanlar, altın rengi parlak duvar kâğıtları, ortada duran kocaman süs havuzu, yüksek, süslemeli tavan, ileride sultanların kullandıkları tahtlara benzeyen koltuklar, koltukların önünde duran oymalı, ahşap sehpalar, servis yapan özel kıyafetli, beyaz eldivenli garsonlar... Biz görevlilerin yanına gitmeden bir adam koşturarak bizi karşılamaya geldi.
"Hoş geldiniz Zaydan Bey."
"Hoş bulduk. Dairelerimiz hazır mı?"
"Evet efendim. Buyurun."diyerek asansörü göstertti. Bir de kadın görevli gelmişti. Büyük cam asansörle 18 kat yukarı çıktık.
"Yarın kahvaltıda görüşürüz Kulfem."dedi Zaydan.
"Peki. İyi geceler."
"İyi geceler." Onlar sağa doğru gittiler. Biz de asansörün soluna gittik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...