Güneş'in gri bulutlara gömüldüğü bir güne uyanmıştık. Yüksek binalar bulutlar tarafından yutulmuş gibiydi. Sabahın erken saatlerinde bazı günler böylesi manzaralara uyandığım olmuştu ama saat dokuza gelmeden bütün sis perdeleri kalkıyordu genelde. Bugünkü hava korkutucuydu. Saat dokuza gelirken Güneş bulut tabakalarına bütün ışığıyla gömülmüş, uğultulu, kumlu bir fırtına şehri esir almıştı. Çöllerde durum neydi bilmiyorum ama şehirde çamurlaşmış yağmur taneleri rüzgârın içinde savruluyordu. Şemsiyeyle gezemeyeceğiniz, sokakta yağmurun tadını çıkartamayacağınız, ağaç deviren, önüne kattığını sürükleyip götürebilecek kuvvette bir hava vardı dışarıda. Böyle bir manzarayı Dubai için hayal edemediğimden sabahın ilerleyen saatlerinde havanın günlük güneşlik haline dönüşeceğini düşünerek ofise gelmiştim. Ama dışarıdaki karmaşa gitgide dehşetini artırıyordu.
Gece gündüz eğlencenin, ticaretin, canlılığın akıp gittiği parlak şehirde, ışığın kaybolmasıyla hayat neredeyse durmuştu. Doğa insanı yeniden sindirmişti sanki. Böyle havaları sevmiyordum. Televizyonu açıp pencereye sırtımı dönmüştüm. Bu hava da gelen giden olmazdı. Zaten çalışmak için de pek hevesli değildim bugün. Fırtınanın dinmesini beklerken televizyonun karşısında uyuklamıştım.
Öğle vakti nihayet Güneş bulutlara galip gelmiş, şehre yüzünü göstermişti. Fırtına dinince dışarıda çamur tabakaları ve o çamur tabakalarını temizlemekle uğraşan işçiler dâhil olmuştu yeni manzaraya. Biraz yağmur kokusu alıp bir yerlerde Türk çayı içmek istiyordum. Ayşe'yi aramıştım buluşmak için. Geleneksel bir çay evinde buluşacaktık. Türk çayı bulup bulamayacağımdan emin değildim ama toprak kokusunu alabileceğimiz kadar toprağa yakın bir yerdi buluşacağımız mekân. Dubai'nin yoğun çöl toprağının da Türkiye'nin kara toprağı gibi kokup kokmadığını öğrenmek için toparlanıp çıkmıştım ofisimdeki odadan.
Hiba'yla Fatıma Abla bütün duyularıyla ekrana kilitlenmiş halde sekreter masasındaki bilgisayardan bir şey izliyorlardı. Hoparlörden gelen Türkçe konuşmaları duyunca merakla yanlarına gittim.
"Ne izliyorsunuz?"
"Türk dizisi. Kara Sevda. Gelsene, bu haftaki bölüm çok heyecanlıydı!"diyerek yanındaki sandalyeyi gösterdi Fatıma Abla heyecanla.
"E, bu üç dört hafta önceki bölüm."
"Gelecek bölümde ne olacağını biliyor musun?"diyerek heyecanla bana baktılar.
"Annem yüzünden izliyordum. Buraya geldiğimden beri takip etmiyorum. Sonraki bölümleri izlemedim."
"Altyazılar hazırlanana kadar beklemek zorundayız."dedi Hiba hayal kırıklığıyla.
"Otursana."diyerek sandalyeyi gösterdi Fatima Abla.
"Yok abla. Çıkıyorum ben. Siz de çıkabilirsiniz."
...
Gözüm masanın kenarındaki sepete takıldı. Dünkü güller oradaydı. Neden atmamışlardı bunu? Eğilip solmuş güllerle dolu sepeti aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomantikUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...