Otelin yakınlarında bir kafeye geldik. Kafe kalabalık, renkli bir caddeye bakıyordu. Piramitlerin, antik çağın mısırlı insanlarının resmedildiği duvarları garip şekilde üzüyordu beni. Mısırlı sevgili üzerine kurulmuş hayaller geliyordu gözümün önüne. Duvarlar bile alay ediyordu benimle.
Bir süre sadece etrafı inceledim. Yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Ne küfürler yağdırasım ne yüzüne karşı ağlayasım, ne de hesap sorasım vardı. Sadece bilmek istiyordum. Öğrenmek ve bitirmek...
Sonunda cesaretimi toplayıp yüzüne baktım. Beni izliyordu yüzsüzce. Bir süre, ağlamaktan mı yoksa vicdan azabının eşlik ettiği uykusuzluktan mı bilmiyorum, kan çanağına dönmüş gözlerine baktım. Onun bu perişan hali bir an için içimde bir acımaya, deli bir sızıya sebep olunca afalladım. Sonra söylenen yalanlar düğüm düğüm boğazıma dizilince topladım kendimi. Cevap ver diyordu gözlerim. Anlamıyordu Pinokyo.
"Neden oynadın benimle?"dedim. Ağzımı açtığım anda gözyaşlarım da eşlik etti çaresiz kelimelerime. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Elimdeki acıya aldırmadan tırnaklarımı sargıyı delecek bir deli kuvvetle avuçlarıma geçire geçire bastırdım gözyaşlarımı. "Ne kötülük ettim ki ben sana. Sana inanıp, sevmekten başka ne yaptım? Neden çaldın yıllarımı? Neden hayaller kurmama izin verdin? Niye bir de Zaydan olarak çıktın karşıma!"
"İzin ver her şeyi anlatayım önce."
"Anlat. Benimle nasıl alay ettiğini anlat. Ne kadar salak olduğumu söyle. Bu hikâyeyi bu masada bitirelim."
"Yalvarırım böyle konuşma. Hiçbir şey düşündüğün gibi değil."
"En baştan anlat. Uzun Göl'den itibaren."dedim duymamış gibi.
"Daha öncesinden 3 yıl öncesinden başlayacağım."diyerek suçlu bakışlarını bir an için gözlerimden çekti. Sonra dirseklerini masaya dayayıp elleriyle yüzünü kapattı. Bir süre onun elleri yüzünde benim sol elim yaramı kanatan sağ elimi zapt etme telaşında bekledik. Az sonra ellerini yüzünden çekip derin bir nefes aldı. Yüzüme bakmadan konuşmaya başladı.
"Benim çevremdeki insanlar genelde aşk evlilikleri yapmazlar. Çok paraları ve paralarından daha fazla hırsları vardır. Asla yetinmezler. Her zaman daha fazlasını isterler. Bütün ömürlerini bu hırsla harcarlar. Evlilikleri bile kendi içlerinde, kendi çevrelerindendir. Zengin kız fakir oğlan, fakir kız zengin oğlan hikâyeleri ancak filmlerde, romanlarda olur. Aksi hikâyeler vardı elbette. Ama hiçbiri bir roman kadar bir film kadar romantik değildi. Aşkın acizleştirdiği insanların hikâyeleri zavallıcaydı. Babamınki gibi. İnanıyordum ki eğer zengin bir adam kendisi kadar zengin olmayan bir kadınla evleniyorsa o kadın o adamı kandırmıştır. Ve tek amacı da adamın parasıdır. Güzelliğini, dişiliğini kullanarak adamın gözüne giren kadın adamı nikâh masasına oturtur. Diğer yandan bir tür anlaşmaya, maddi çıkara dayalı evlilikler vardır. Mantık evlilikleri. Evliliğim ikinci türden bir evlilik olacaktı. Benim durumumda biri için mantıklı bir evlilik, çevremden zengin, güçlü bir ailenin sağlıklı kızı olur diye düşünüyordum.
Hafza Katar emiri'nin yeğeni, babamın karısı Saja'nın da kuzeniydi. Onu ilk kez babamla Saja'nın düğününde gördüm. Saja'yı da ailesini de en baştan beri sevdiğim söylenemezdi. Babası ve amcası Yaser'le bir konuşmalarına şahit olduğumda, ondan da ailesinden de daha fazla tiksindim. Annem babamla ne için evlenmişse Saja da aynı amaçla evleniyordu. Hafza da kuzeninden çok farklı bir kadın değildi. Bu iki kadının annemden tek farkı ailelerinin neredeyse bizim kadar zengin olmalarıydı herhalde. Dört veya beş yıl sanırım. Hafza gittiğim her yerde burnumun ucunda bitip durdu. Sonra ailelerin de araya girmesiyle nasıl oldu bilmiyorum onunla evlenmeye ikna oldum. Zaten biriyle evlenecektim. Kimseye âşık olmayacağımı garantileyecek kadar kalbime hükmedebilirim sanıyordum. Duygusal bir şeyler yoksa evlendiğim kişinin Hafza ya da başkası olması ne fark ederdi. Hafza maddi kriterlerime uyuyordu. Zengin bir aileden, çevremden biriydi. İki kız kardeştiler. Babası Abdullah'ın iki kızından başka mirasçısı yoktu. Amcasının, kızını babamla evlendirirken kurduğu planın intikamı için de bu evlilik nokta atışı olurdu. Nişanlandık. Hayatımın en saçma, en mantıksız dönemleriydi. Hafza onunla ne amaçla nişanlandığımı, onu sevmediğimi daha en başta biliyordu. Ondan amacımı niyetimi saklamadım hiç. Ama bunları umursamayacak kadar gurursuz olduğunu düşünüyordum. İş hayatında kimle masaya oturuyorsan, kimle ortak çalışıyorsan onu seversin. Kimle aynı masadaysan onunla aynı gemidesindir. Ortağının çıkarları değil, kendi çıkarların hatırına yürütürsün ilişkini. Evliliği de böyle yürütebileceğimi düşünüyordum. İnancımda, düşüncelerimde yanıldığımı anlamam uzun sürmedi. Bir şeyler hep eksik kalıyordu. İçimdeki boşluğun sevgisizlik olduğunu anlayamıyordum bir türlü. Öfkeyle, kinle dolduruyordum. Ailesine kızıyordum. İşteki disiplinsizliklere, evdeki çalışanların savsaklığına deli oluyordum. Herkes ama herkes bir çıkar uğruna etrafımdaydı sanki. İlk düşüşümü bekliyorlardı üstüme basmak için. Arkamdan iş çevirmek için fırsat kolluyorlardı. Hafza'nın beni sevmiş olduğunu inkâr edemem. Belki takıntıydım onun için. Belki de o kibirli, merhamet yoksunu kızın tek zayıf noktasıydım. Ama o bile arkamdan işler çeviriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...