Zaydan o gün öyle tehlikeli şeyler söylemişti ki tekrar onu görmekten, hatta adını anmaktan bile korkuyordum. Onun bahsettiği hisleri iyi tanıyordum. Qusay'a nasıl güveniyorsun, diye sorguladığında ona anlatmaya çalıştığım ama bir türlü dile dökmeyi beceremediğim hisleri tarif etmişti. Üstelik benim ona olan sevgimin temelinde de bu duygu vardı.
Zaydan'la Qusay hakkında bu kadar rahat konuşabildiğim için bana karşı duyguları olabileceğine ihtimal vermemiştim. Ama işler içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamak üzereydi. Henüz, söylediği şeylerin ne anlama geldiğinin farkında değildi. Bu yüzden öyle sırıtarak rahat rahat konuşuyordu. Ne anlama geldiğini fark etmeden önce bu saçmalığı bitirmeliydi. Ama o diğer gün beni daha çok ürpertecek, tedirgin edecek bir şey yapmıştı.
Sabah AVM'deki ofisimde masamın üzerinde bir demet kırmızı gül görmüştüm. Çiçeklerin arasına baktım bir not var mı, diye. Ufak bir kart bulmuştum.
"Dünya'nın en güzel kadınına."
İsim yazmıyordu ama kafede söylediklerinden sonra çiçekleri gönderenin Zaydan olduğuna emindim. Çiçekleri bırakıp odanın içinde dört dolandım. Nasıl olurdu böyle bir şey! Qusay'ı biliyordu. Bütün gece ona aşkımı anlatmıştım. Nasıl cesaret ederdi?
Bir yandan kızarken öte yandan tatlı bir ürperti alıyordu içimi. Çok korkunçtu bu. Geç olmadan engel olmalıydım, bir şeyler yapmalıydım.
Önce arayıp konuşmak, tepki göstermek istediysem de sonra vazgeçtim. En iyisi hiç umursamıyor gibi yapmaktı.
*****
Dört gündür her sabah odamın masasında kırmızı güllerle karşılaşıyordum. Oda temizlikçisine sormuştum. Bir kuryenin her sabah gülleri bırakıp gittiğini söyledi. Her demetin içinde ufak iltifatlar oluyordu.Zaydan'ı arayıp bu saçmalığa son vermesini istemeliydim. Ama garip bir korku durduruyordu beni. Qusay'ı bildiği halde bunu yapması bağışlanacak gibi değildi. Gene de yanlış şeyler söyleyip onu üzmekten korkuyordum. Tek taraflı aşktan sevgisizlikten bile daha çok korktuğunu söylemişti. Duygularını, gururunu incitmeden çözmeliydi bu meseleyi.
Öğle yemeğini bilgisayar önünde atıştırarak geçirmiş, sabahtan beri çalışıyordum. Odamın kapısı vurulunca irkildim birden.
"Gel,"diye seslendim. Kapı açıldı. Elinde bir demet gül, uzun yüzünde çarpık bir gülümsemeyle bir adam girdi içeriye. Şaşkınlıkla bakakalmıştım adama da elindeki güllere de.
"Assalamu aleykum."
"Aleyküm selam."
Gelip masamın karşısında durdu. Bir kuryeye göre fazla zengin giyinmişti. Ben şaşkınca ona bakarken sırıtmaya devam ediyordu. Odanın bir köşesinde duran, sevmediğim halde atmaya da kıyamadığım kırmızı güllere baktı.
"Gönderdiğim güller hala duruyor."
Kimdi bu adam? Zaydan değil miydi gülleri gönderen? Nihayet elindeki gülleri masaya bırakıp karşıma oturdu.
"Önce kendimi tanıtayım. ...şirketinden Khalid ben. Geçen gün nişanda görmüştüm sizi. Sonra da kafede gördüm. Zaydan Hatem'i iki kez yendiğiniz gün."dedi gülerek. Çok hoşuna gitmiş gibiydi Zaydan Hatem'in yenilmiş olması. Güllerin arasındaki sözler de şimdi anlaşılıyordu. En güzel kadın, Issaura...
"Ne istiyorsunuz?"dedim soğuk bir sesle.
"Otelimiz için bir uzmana ihtiyacımız var. Sizinle bu konuda görüşmek isterim."
"Benim zaten bir işim var."
"Onun yakında biteceğini duydum."
"Evet. Sonra da ülkeme döneceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...