"Dubai'yi özledim."dedi uçak henüz Paris semalarındayken iç çekerek. Elini kaldırdığı zaman hostes yanına gitti.
"Bize birer Türk kahvesi yapsana."
Kız, başıyla emri kabul eder bir hareket yaptı.
"Kahveyi ben yapayım mı?"diyerek ayağa kalkmaya çalışmıştım ki kemerin engeline uğradım. Zaydan gülünce kızın da yüzünde bir gülümseme belirdi. Bozuntuya vermeden kemeri çözüp hostesin peşine takıldım.
Karton kutularda çeşit çeşit kahveler vardı ama bir kahve cezvesi yoktu uçakta. Onun yerine tek parça ufak bir çaydanlık vardı. Kahveleri onda pişirmiştim. Yanına döndüğümde Zaydan alaycı bir gülüşle telefonuna bakıyordu. Açtığı sehpaya kahveleri koyduktan sonra karşısına oturdum. Telefonunu bıraktı.
"Çay mı kahve mi?"diye sordu fincanına uzanırken.
"Çaysız asla."
Gülerek fincanını alıp yudumladı kahvesini.
"Acı olmuş."dedi yüzünü buruşturarak. "Biber mi koydun içine? Öyle bir âdetiniz varmış sizin."
Önce beğenmemiş olmasına içerleyerek boş boş bakmış, sonra anlamıştım neyden bahsettiğini.
"Fincanlar normal Türk fincanından büyük olduğundan kahveyi ayarlayamadım herhalde. O yüzden acı olmuştur. Değiştireyim mi?"diyerek elimdeki fincanı bıraktım. Bana kıvamı iyi gelmişti ama ben alışkındım bu kıvama.
"Gerek yok. Biber yoksa tamam."
"Niye biber koyayım sizin fincanınıza? Ne biliyorsunuz o adet hakkında?"dedim dalga geçerek.
"Geçen gün bir Türk dizisine denk geldim. Kız kahvenin içine, biberi, tuzu doldurdu. Yanındaki bir kadın bunun gelenek olduğunu söylüyordu. Niye öyle bir şey yaptığını anlayamadım. İlk kez kahve pişirdiğiniz birine mi yapıyorsunuz bunu? Korkunçtu. Sen kahveleri ben yapayım, deyince de biraz kaygılandım açıkçası."
"Sandığınız gibi bir şey değil o."dedim gülerek. "Öyle bir adet var ama ilk kez kahve pişirdiğin ya da sevmediğin birine yaptığın bir şey değil. İki kişi evlenmeye karar verdiğinde ilk olarak aileler arasında bir tören yapılır. Bu törende gelin misafirlere kahve ikram eder. Ama damadın kahvesine tuz atar. Eğer oğlan bu tuzlu kahveyi içip bitirirse bu kızı çok sevdiği anlamına gelir. Elinden zehir olsa içerim gibi."
"Nasıl âdetmiş o! Kız madem oğlanı seviyor, neden zehirliyor?"
"Ne zehri Allah aşkına! Birazcık tuzdan kimse ölmez."
"Ya damat tansiyon hastasıysa? Resmen suikast."diye söylenerek kahvesinden bir yudum daha içti. Resmi olayım, diyordum ama şu ciddiyetsizliği karşısında koruyamıyordum ciddiyetimi.
"Biraz abartmıyor musun? Bu anlamlı bir gelenek." Neden böyle bir âdeti savunduğumu bilmiyordum. Çok defasında bunun çok saçma olduğunu söyleyerek savunan arkadaşlarıma karşı çıkmıştım. Ama bir yabancı bize ait bir âdeti böyle kötüleyince milliyetçi damarım tutmuştu.
"Sen de yapacaksın o zaman?"
"Yapmayacağım. Çünkü Qusay bu âdeti bilmiyor. Üstelik Türk de değil. Hem benim ona yaptığım ilk kahveyle ilgili böyle kötü bir anısı olsun istemiyorum."
Bir yudum daha içip tekrar yüzünü buruşturdu.
"Sen yapma zaten. Şu kahveye bir de tuz atsan çocuk bir daha suya bile tövbe eder."
Amma söylenmişti.
"İçme! Ver, hostesten yenisini isteyim senin için."diyerek elindeki fincana uzandığımda yan tarafa dönüp sakladı fincanı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...