PİNOKYO PRENS 🤴 3

17.5K 1K 27
                                    

On günlük Karadeniz turunun ardından Sakarya'ya dönmüştük

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

On günlük Karadeniz turunun ardından Sakarya'ya dönmüştük. Dünyanın her neresine giderseniz gidin eve döndüğünüz anda garip bir rahatlama duyarsınız. Evde olmanın tadı bir başkadır. Kimliğinize dönersiniz adeta.

Ağustosun ortalarında bir Salı günüydü. Tatilden döneli dört gün olmuştu. Bilgisayarımın başında Londra'nın fotoğraflarına bakıp iç geçiriyordum. Üç gün önce İngiltere'de bir okula doktora başvurusunda bulunmuştum. O üç günden beri de aklım hayalim İngiltere olmuştu. Giderken valizime koymam gerekenleri bile düşünmüştüm. Ailemle nasıl vedalaşacağımı, ne zaman gideceğimi, gidince neler yapacağımı bir bir kurmuştum. Şimdi tek bir şey eksikti. Başvurumun onaylanması. Hayallerimin yıkılmasından korksam da düşlerime mani olamıyordum. Kocaeli Üniversitesi'ne kabul edilmiştim ama tabi ki her makul insan gibi İngiltere'den kabul görürsem hiç düşünmeden toplayacaktım valizlerimi.

Bilgisayarı kapattıktan sonra yatağıma uzandım. Balkon kapısına dönmüştüm yüzümü. Salonun penceresi de açık olmalı ki annemle İclal Teyze'nin sesi dışarıdan geliyordu. Annem Karadeniz gezimizden İclal Teyze de annem izindeyken hastanede neler olup bittiğinden bahsediyordu.

Annemle İclal Teyze'nin dostlukları çok eskiye dayanıyordu. İkisi de aynı hemşirelik okulundan mezundular. Okul yıllarından beri de arkadaşlıkları kardeş ilişkilerini bile kıskandıracak samimiyetle devam etmişti. Küçükken İclal Teyze'yi öz teyzem sanırdım. Öyle olmadığını anladığımda arkadaşlığın ne demek olduğunu bu iki hemşireden öğrendim. Yaren'le arkadaşlığımızda ben de onları örnek alıyordum. Hem biz annemlerin yaşına geldiğimizde Yaren'le arkadaşlığımız onlarınkinden daha uzun olacaktı.

Annemlerin sesi ninnileşmeye başlamıştı. Gözlerim kapanıyordu seslerin ve havanın sebep olduğu rehavetten. Telefonuma gelen Messenger mesajın bildirim sesini umursamayacaktım. Yeni bir bildirim daha gelince merakıma engel olamadım. Doğrulup telefona bakındım. Masadaydı. Kalkıp masaya gitmeye üşeniyordum ama gelen mesajı da merak ediyordum. Yanımda duran bilgisayarın kapağını açtım. Facebook'u açıp mesajı kimin gönderdiğine baktım. Yaren'dendi mesaj. Bir bağlantı göndermişti. Gönderdiği bağlantıya tıkladım. Komik bir Youtube videosuydu. Yaren'e cevap yazmak için gülerek yeniden Messenger sayfasını açtığımda filtrelenen mesajlar bölümünün yanındaki (1) dikkatimi çekti. Bu başka bir mesaj anlamına mı geliyordu? Mesajı açtım. Qusay Ebrahim adında bir Arap tarafından gönderilmiş İngilizce bir mesajdı.

"Haksızlığa göz yummayıp, başkasına ait yüz dolar için o adamlarla tartıştığın için çok teşekkür ederim. Senin gibi iyi insanların var olduğunu bilmek çok güzel."

Mesajı defalarca okumuştum. Bu çok garip bir duyguydu. Yapılan iyiliklerin karşılığını beklememek güzeldi ama beklemediğin halde böyle bir jestle karşılaşmak daha güzeldi. Bu birkaç kelime beni neden bu kadar duygulandırmıştı ki? Hâlbuki kimseden takdir beklememiştim. Eğer anlatsaydım benimle gurur duyacağını bildiğim halde babama bile anlatmamıştım o gün o restoranda olanları. Fatıma'ya adımı söylediğimde, ismimin Türkçe olmasına rağmen, ismimi unutmamış ve beni bulmuşlardı. Hem şaşırmış hem de sevinmiştim. Cevap yazacakken aklıma profiline bakmadığım geldi. İsmin üstüne tıkladım. Sayfa açıldığında şaşkınlığım iki kat arttı. Bu dolandırılmak üzere olan adam değildi.

Bu üniversite öğrencisi ve benden üç yaş küçük Mısırlı bir çocuğun hesabıydı.

DUALARIMIN PRENSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin