PİNOKYO PRENS 🤴 9

13.4K 831 65
                                    

Zaman hızlı hızlı akıp gidiyordu. Proje sunumuma bir hafta kalmıştı. Projem bittikten sonrası için kızlarla birlikte küçük bir Avrupa turu planlamıştık. Önce Fransa'ya oradan Almanya'ya geçecektik. Sonra Avusturya üzerinden İtalya'ya geçecektik. İtalya'da ayrılacaktık kızlarla. Ben Türkiye'ye dönecektim, onlar İngiltere'ye. Qusay'a planımızı anlattığımda bu ülkeleri üç kızın yanlarında o ülkeleri bilen biri olmadan gezmesi fikrinden hiç hoşlanmamıştı. Ama O hoşlansa da hoşlanmasa da planımı uygulayacaktım. Türkiye'ye dönmeden önce O'nu ziyaret etmemi istiyordu. Bu kadar ülkeyi gezeceksem neden Mısır'a da uğrayamayacağımı soruyordu. Ama Mısır'a tek başıma gitme fikri korkutuyordu beni. Qusay'ı görmek istiyordum. Gerçek hayatta. Ama o askerdeydi. Onun izin gününe denk getirsem bile Avrupa ülkelerinden farklıydı Mısır. Tek başıma gidemezdim. Qusay kırılmıştı. Onu gerçekten sevip sevmediğimi sorguyordu. Tabi ki seviyordum ama nasıl gidebilirdim yanına. Hiç doğru görünmüyordu bu fikir. Zaten kısa bir zaman kalmıştı terhisi için. Onun huysuzluğunun stresinden kaynaklandığını bildiğim için alttan alıyordum. Ben de daha az stres altında değildim üstelik. Yaklaşan sunum, İngiltere'den ayrılmak, eve dönünce aileme anlatmak zorunda olduğum Qusay...

***

Kafam yeterince karışıktı. Son konuştuğumuzda Qusay Mısır'a onu ziyarete gitmeyeceğim için kırılmış üstelik hala zamanı olduğu halde işi olduğunu söyleyip konuşmamızı bitirmişti. İlk defa böyle kırılmıştı bana. Canım sıkılıyordu.

Son dersten çıkmıştım. Artık gelecek hafta yapacağım sunumdan başka bir işim kalmamıştı üniversitede. Eve gidip dinlenecektim. Çıkmadan önce koridordaki içecek dolabına para atıp su aldım. Su kapaklarını neden bu kadar sıkı kapatırlardı ki. Açamıyordum.

Biri suyu aldı elimden. Kafamı kaldırıp yanımda duran uzun adamın yüzüne baktım. Zaydan'dı bu. Şişenin kapağını açmıştı. Şişeyi kafasına dikti. Ben şaşkınlıkla bakarken suyun yarısını içti.

"Ahh, çok yorulmuşum. İyi geldi. Kendin için de almalısın."diyerek dolabı işaret etti. Sinirden mi yoksa onun fütursuzluğundan mı bilmiyorum ama gülmüştüm. Onu dernekte gördüğüm, takdirimi kazandığı o günün üzerinden üç hafta gibi bir zaman geçmişti. Ve şimdi birden karşıma çıkmış yakın bir arkadaşıymışım gibi elimdeki su şişesini almıştı.

Cüzdanımdan para çıkarıp yeni bir su aldım. Kapağı gene açamamıştım. Elimden alıp kapağı açtı. Sonra şişeyi tekrar bana verdi.

"Teşekkürler." Suyu içtim. "Ne işin var burada?"diye sordum.

"Rektörün kızı mısın? Burası babanın üniversitesi mi?"

"Dubai'ye gittiğini duymuştum."

"Söylemiştim, zaman zaman İngiltere'ye gelip gidiyorum."

"Okulu da sevdin anlaşılan."diye söylendim Türkçe olarak. Kısa bir an için ne diyorsun, der gibi merakla baktıktan sonra umursamazca konuyu değiştirdi.

"Güzel bir restoran biliyorum. Hadi karnımızı doyururken biraz konuşalım." Artık bu özgüveni rahatsız edici olmaya başlamıştı.

"Bir dakika, bir dakika! Üzgünüm ama zamanım yok. Gitmem gerekiyor."

"Seninle konuşmam gereken gerçekten önemli bir konu var." Önemli bir konu? Benimle konuşacak neyi olabilirdi ki? Şüpheyle bakıyordum. "Yemekleri ben ödeyeceğim."dedi ciddiyetle. "Konuşacağım şeyler gerçekten çok önemli."

"Ne hakkında?"

"Ayaküstü konuşulamayacak kadar önemli. Ayrıca açken konuşulamayacak kadar da ciddi ve resmi bir mesele."

DUALARIMIN PRENSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin