Üç gün daha geçmişti. Dubai'den ayrılmaya üç gün daha yaklaşmıştım. Bu üç gün boyunca Zaydan'ı hiç görmedim. Beni hiç aramadı. Hiç konuşmadık. Bir yanım ondan ebediyen kaçmak istiyorken diğer yanım onu uzaktan da olsa görmek için bir umut, bir bahane arıyordu. Daha önce hiç duymadığım bir özlemdi bu.
Son üç gündür Qusay'ı daha sık arıyordum. Kendimle bir inatlaşmaydı bu aramalar. Ona tutunmak istiyordum. Beni çekip bu kahrolası durumdan sıyırmasını istiyordum. Olmuyordu. Qusay'la konuşmak gelmiyordu içimden. Kısa tutuyordum konuşmalarımızı. Her seferinde bir bahane buluyordum. Qusay yolundan sapan hislerimi anlıyor muydu bilmiyorum ama sanki hissediyor da benden kopuyor gibi kırgın sesime bile ilgisizdi. Eğer ne olduğunu soracak cesareti göstertse ona her şeyi anlatmaya hazırdım. Ama sormuyordu.
Bir tür kayıptım. Nereye gideceğimi hangi yolu izleyeceğimi bilmiyordum. Sanki arayanım da yoktu. AVM'deki odamda çalışırken de gözüm telefona gidiyordu sürekli. Bir mesaj sesini arzuluyordum. Küçük bir mesaj. Nasılsın, demesine bile razıydım. İyi değildim ama iyiyim, diyecektim. Sonra ben de ona aynı soruyu sormak istiyordum. Belki benden daha dürüst davranırdı.
Telefonum çalmaya başlayınca sanki arayan oymuş gibi hem telaşlanmış hem heyecanlanmıştım. Hiba'ydı arayan.
"Alo?"
"Günaydın Gülfem. Nasılsın?"
"Günaydın. İyiyim. Sen nasılsın?"
"İyi sayılmam, birkaç dakikalığına sana ihtiyacım var."
"Bana mı ihtiyacın var? Ne için?"
"Bir müşteri, bir elbise için ölçü vermişti. Boyunu almıştım ama biri iğneleri çıkartmış. Hemen terziye göndermem gerekiyor. Bir saat sonra teslim edilmesi gerekiyor. Senin ölçülerinde biriydi. Senin üzerinde yeniden ölçü alamaz mıyım? Köpek Balığı'nın sorunlu biri olduğunu biliyorsun. Yardım et ne olur."
"Yardım ederim tabi. Ama emin misin ölçülerimizin aynı olduğuna?"
"Kaç zamandır bu işi yapıyorum. Hiç değilse aynı boyda olduğunuza eminim. Ne olur, Gülfem. Başım belaya girecek."
"Tamam, tamam. Telaş yapma. Geliyorum şimdi."
*****
Hiba'nın çalıştığı mağaza giriş kattaydı. Asansörün olduğu koridordan sonra Hiba'nın çalıştığı mağazanın önüne kadar iki metre genişliğindeki bir alan kaygan zemin yazılı tabelalarla kapatılmıştı. Mağazaların olduğu taraftan yürüyordum. İnsanların geçebilmesi için ancak iki metrelik bir boşluk bırakılmıştı. Hiba'nın komşu mağazasının vitrini değiştiriliyordu. Cansız mankenlere giydirilen mor beyaz kıyafetlere bakarak mağazanın önünden geçiyordum ki cansız mankenlerden biri düşüp vitrin camına çarptı. Bir çatırdama sesi duydum. Gözüm vitrinin camına kaydı. Üst taraf açılmış, yukarıdan aşağıya doğru bir çatlak hızla camı boydan boya yarıyordu. Vitrin camı düşmek üzereydi!
Refleksle camı tutabilirmiş gibi elimi uzattım önce. Sonra daha hızlı bir refleksle yere çömelip başımı korumak için kollarımın arasına aldım. Cam büyük bir gürültüyle patladı. Etrafa yağan camların korkunç sesi kesildiğinde AVM içindeki insan gürültüleri de kesilmişti. Başımı kaldırıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Etrafıma saçılmış binlerce cam parçasını görünce aklıma gelen ilk şey bu cam parçalarının arasından nasıl çıkacağım sorusu oldu. Ayağımda ince babetler vardı. Bunlarla camın üzerine basarsam...
Bu saçma endişemden daha ciddi bir problemim olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Canım acıyordu. Kolumda, boynumda yanma hissi vardı.
İnsanların bağırışlarını duyunca korkmaya başladım. Ama kimseye bakamıyordum. Gözlerim yerdeki cam parçalarından başka hiçbir şeyi göremiyordu. Yerde beyaz cam parçalarının üzerine sıçramış kan lekelerine takıldı gözüm. Kalkmak için yerden destek almaya çalıştığımda avuçlarıma battı kırıklar. Korkudan mı acıdan mı bilmiyorum ama başım dönüyordu. Etrafa saçılmış cam kırıklarının üstüne yığılıp kalmak üzereydim. İnsanların gölgeleri, vızıltı gibi sesleri dönüyordu etrafımda. Düşüp kalmadan önce birileri yetişti. Beni camların arasından çıkarttılar. Panikli seslerden gelen sorulara karşılık veremiyordum. Ellerim, dizlerim titriyor, sağ avucumun içi, boynum kollarım sızlıyordu. Çevremdeki koşuşturma ne kadar sürdü bilmiyorum. Nihayet birileri beni hastaneye götürmeyi akıl ettiklerinde Hiba da gelmişti yanıma. Tepemde panikle bir şeyler söyleyip duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomansaUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...