Şaşkınlığımı attıktan sonra kim olduğunu ve o gün olanları nereden bildiğini soran bir mesaj yazıp gönderdim. Sonra profilini incelemeye devam ettim. Hesap bilgilerine göre Kahire Üniversitesi'nde mimarlık eğitimi alıyordu. Kahire'de yaşıyordu. Fotoğraflara baktım. Esmer, siyah kalın kaşlı, kara gözlü klasik bir Arap erkeğiydi. Ama kimdi bu? Onu ilk kez gördüğüme neredeyse emindim. Belki de Fatıma ve eşi ya da kardeşi, her kimse onlar olaydan birine bahsetmişlerdi de genç adam oradan duymuştu hikâyeyi. Evet evet muhtemelen öyleydi. Tahminlerime rağmen merakla gelecek cevabı bekledim.
***
Neredeyse bir saat olacaktı ama hala cevap gelmemişti. Az sonra messenger'ın merakla beklediğim bildirim sesini duydum. O değildi. Yaren videoyu izleyip izlemediğimi soruyordu. Bir mesaj sesi daha geldi. Bu sefer Qusay Ebrahim'di. O gün orada olduğunu söylüyordu. Restoran geldi gözümün önüne. Kim vardı orada? Lavobodan çıktım. Bir garsona çarpmıştım. Garson Türk'tü. Kasada iki Türk daha... Patron Hakan... O da Türk. Dolandırılmak üzere olan adam? O değil. Tek bir seçenek vardı. İlerdeki masada oturan üç kişiden biriydi Qusay.
Evet, tahminim doğruydu. Böylece onunla o gün hakkında konuşmaya başladık. Neden oradaydı? Beni nasıl bulmuştu? Fatıma ve yanındaki adamı tanıyor muydu? Aklıma gelen her şeyi sordum. Yanındaki diğer iki arkadaşıyla birlikte tatil için Türkiye'ye gelmişti. Bütün Araplar gibi O da Karadeniz'in methini çok duymuş ve ziyaret etmişti. O gün bizim konuşmalarımızı sadece Qusay değil arkadaşları da duymuştu. Sosyal medya hesaplarından ismimi taratarak sonunda Facebook hesabımı bulmuş, bu mesajı göndermişti. Ve ben ancak şimdi görmüştüm mesajını.
Attığı ilk mesajın samimiyetiyle başlayan sohbet ne ara kişisel durumlarımıza geldi anlamamıştım ama artık onun hakkında profilinden daha fazlasını biliyordum. Üç erkek kardeşi daha vardı. İskenderiyeliydiler ama babasının yedi yıl önce Kahire'de bir hastanede çalışmaya başlamasıyla birlikte ailecek oraya yerleşmişlerdi.
Yaklaşık bir saat boyunca konuşmuştuk. Konuşmayı bitirecekken arkadaş olarak eklemesinin bir sakıncası olup olmadığını sordu. Neden bilmiyorum, tereddüde düşmüştüm. Sanki bu soruyu hiç sormasaydı onu daha fazla takdir edecektim. Ama böyle samimi, nazik birini kırmak da istemedim. Arkadaşça bir seviyede kaldığımız sürece sorun olmayacağını söyledikten sonra arkadaş isteğini gönderdim.
*****
Qusay'la böylece tanışmıştık. İlerleyen günlerde hem birbirimiz hakkında hem ülkelerimiz ve geleneklerimiz hakkında pek çok şey öğrendik. O bana Kahire'nin, İskenderiye'nin, Al Mansora'nın ya da hangi şehre gittiyse oraların resmini atıyordu. Ben de ona öğrencilerimin, Sakarya'nın, Eylül'ün, Ekim'in, gördüğüm gittiğim yerlerin fotoğraflarını gönderiyordum. Nasıl olduğunu anlamadan çok samimi olmuştuk. Yaren'e anlatmadığım duygularımı, düşüncelerimi bile Qusay'a rahatlıkla anlatabiliyordum. Bunun üç sebebi vardı.
Birincisi Qusay'ı gerçek hayatta hiç görmemiştim (Ya da hatırlamıyorum) ve muhtemelen hiç görmeyecektim.
İkincisi Yaren çevremdeki insanları tanıdığı için onlarla ilgili bir şey anlatıp tavsiye istediğimde ben kim olduğunu söylemesem bile ısrarla sorguluyordu. Qusay ise onları tanımıyordu. Böylece hissettiklerimi süzmeden olduğu gibi anlatıyordum.
İnsanlar, başkalarına zaaflarından, problemlerinden kolay kolay bahsetmezler. Çünkü gün gelip başkası tarafından bilinen zaafların kendilerini O kişiye karşı ezik ya da küçük hissettirmesinden çekinirler. Benim böyle bir derdim yoktu. En kötü ihtimal Qusay'ı bloke eder ya da facebok hesabımı kapatır onu hayatımdan çıkarırdım.
Üçüncü sebep ise O benden üç yaş küçüktü. Onun tecrübelerini küçümsemek demeyelim de üç yıl büyük olmanın verdiği sayısal tecrübenin rahatlığıyla ne düşünüyorsam söylüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...