...
Zaman başka bir boyutta, başka şekilde işliyordu sanki. Bir saniye öncesine ait o korkunç ses zamandaki milyonlarca bölünmenin arasında yok olmuş, her şey sessizliğe gömülmüştü. Gözlerimi kapatmama rağmen yaklaşan yoğun ışık gördüğüm son şiddetiyle hafızamda parlıyordu. Kısacık bir ana hem yaşamın hem de ölümün sığabileceğine şahit oluyordum. Sanki iki yanımda iki kapı açılmış, birinden içeri düşmem basit bir denge problemine kalmıştı. Bu kapılar algımın da, irademin de çok üstündeydiler. Her şey zamanın parçalanıp zerrelik adımlarla ilerlediği o bir anda oluvermişti. Kapılardan birinden uzanan el sert bir şekilde kolumdan çektiğinde çok yükseklerden derin bir çukura düşeceğimi, belki de bu düşüşün keşfettiğim bu yeni zaman boyutunda sonsuza dek süreceğini sanmıştım. Ama beklediğim gibi olmadı. Çok hızlı bir şekilde yere çarpmıştım. Saniyeler öncesinde yarım bıraktığım o gürültü kaldığı yerden bütün şiddetiyle kulaklarımdan içeri dolmaya başladığında bütün o korku ve şaşkınlıkla gözlerimi araladım. Uzaklaşan kırmızı ışığın önünde bu tarafa koşturan siluetler, panikle yaklaşan gölgeler, bağrışmalar, kolumda ve omzumdaki acı kaldığım yerden hayata uyandırmıştı beni.
Ne olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Zaydan'ın kolu kolumun altındaydı. Hemen yanımda benimle birlikte yerdeydi.
Güçlü bir ses arabanın bahçeden çıkmasına izin vermemeleri için bağırıyordu. Motor sesine karışan bir insan gürültüsü vardı etrafta. Bir çarpma sesinin ardından motor sesi kuvvetlenip uzaklaştı. Birileri yanımıza gelmiş bizi düştüğümüz yerden kaldırmaya çalışırlarken aynı şok haliyle Zaydan'la birbirimize bakıyorduk. Uzanan ellerin yardımıyla toparlanıp ayağa kalktığımızda Zaydan kendisine dokunan elleri aceleyle ittirip yanıma geldi.
"Gülfem, iyi misin! Yaralandın mı!"diye sordu korkuyla. Kalbim az sonra duracak gibi hızlı atıyordu. Bana iyi olup olmadığımı soran adama baktım. Sadece üzerine düştüğüm için kolum acıyordu. Ama Zaydan'ın alnı kanıyordu. Muhtemelen kaldırıma çarpmıştı.
"Yaralanmışsın!"diyerek panikle elimi alnına uzattım. Sanki silersem geçecekmiş gibi kana dokundum. Ellerim titriyordu. "Yaralanmışsın sen!"
"İyiyim. Bir şeyim yok." Yalan söylüyordu. Dizlerimin vücudumu taşıyacak kuvveti kalmadığını hissediyordum. Her an yere yığılabilirdim. Zaydan başını yere çarpmıştı. Neden onu bu halde hemen ayağa kaldırmışlardı ki? Ciddi bir şeyi olabilirdi. Ağlamaya başladım
"Korkma! Geçti. Bir şey olmadı..." Zaydan aynı şeyleri tekrarlayıp dururken şaşkınlığım zihnim toparlandıkça daha derin bir korkuya dönüşüyordu. Neredeyse ölecektik. Bu basit bir kaza değil, kasıtlı bir şeydi. O güller, notlar boş tehdit değildi. İnsanların gözü önünde canımı almaya kalkacak kadar bizden nefret eden biri vardı. Sebebini bilmediğim intikam için canından bile vazgeçmiş tehlikeli biriyle karşı karşıyaydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...