Zarftan çıkan not geçen seferkinin aynıydı. Yalnızca kırmızı lekeler vardı notta. Ne oluyordu? Kim gönderiyordu bunu? Neydi bunun manası? Notu gülün üstüne atıp banyoya gittim. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Sanki o kâğıttan bir virüs ellerime bulaşmış gibi hissediyordum. Ya da ellerime kan bulaşmış gibi. Çocukluğumda bir ara televizyonlarda şarbonlu mektuplarla ilgili haberlerin dolandığını hatırlayınca daha bir tuhaf hissetmiştim kendimi. Defalarca elimi yüzümü yıkamıştım. Sonra gidip üzerimi değiştirdim. Arada bir kafamı uzatıp kapının yanında duran solmuş güllerle nota bakıyordum.
Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Zaydan odamın kapısında olduğunu söylüyordu. Kapıyı açtım. Telaşlı gözlerle bakıyordu.
"İyi misin?"
"İyiyim ama... Ne oluyor Zaydan?" Onun bu tepkileri beni daha fazla endişelendiriyordu.
"Güller nerede?" Kapıyı biraz daha aralayıp kenara çekildiğimde girişe dağılan gülleri gördü. Notu aldı. Bir süre nota baktıktan sonra güllere sert bir tekme atıp dairenin dışına çıkarttı. Demeti açılan solmuş güller hem dairenin girişine hem koridora dağılmışlardı. Otel müdürü, çalışanlar ve Tarık Bey koridorun benim kapımdan uzak köşelerinde bekliyorlardı.
"Gülfem, içerde kal sen. Geliyorum birazdan." Bir şey söylememe fırsat vermeden çıkıp kapıyı çekti. Dairenin girişinde bir iki tur attıktan sonra peşinden gitmeye karar vermiştim. Kapıyı açtığım anda iki güvenlik görevlisi dikildi karşıma.
"Bir sorun mu var Hanımefendi?"
"Zaydan'ın yanına gideceğim."dedim afallayarak.
"Zaydan Bey burada beklemenizi istedi. Lütfen içeri girip kapıyı örtün."
Diklenip, şımarıklık yapacak durumda değildim. Söyleneni yapıp içeri girdim.
Gidip televizyonun karşına oturdum. Bacaklarımı karnıma doğru çekmiş bacaklarıma sarılmıştım. Bir şeyler oluyordu. Zaydan'ı böyle endişelendiren şey kötü bir şakadan fazlasıydı.
Telefonum elimde, Zaydan'ın haber vermesini bekliyordum. Bir saat sonra nihayet aradı. Odamın kapısını açmamı istiyordu. Gidip kapıyı açtım.
"Ne oldu,"diye sordum merakla. İçeri girip kapıyı örttü.
"Biri kötü bir şaka yapıyor. Kim olduğunu bulana kadar biraz tedbirli olmalıyız."
"Gülleri göndereni bulduğunu söylemiştin."
Gergin bir halde salonun büyük penceresine doğru gitti. Benden daha kaygılı görünüyordu. Zaydan'ın bu hali beni de korkutuyordu.
"Kurye şirketine gülleri gönderen ismi bulmuştuk. Adam tanıdığım bir aileden bir akıl hastasıydı. Hastanede tutuluyordu. Doktorları adamın takıntıları olduğunu zaman zaman birilerine mektuplar da yazdığını söylemişlerdi. Hatta ailesi sorumluluğu üstlenip benden özür diledi. Ailesini aradım sen o güllerin geldiğini söyleyince. Adam üç gündür uyutuluyormuş. Üstelik gülleri buraya getiren kişi de kurye olamaz. Çünkü burası bir kuryenin ya da müşteri olmayan birinin öyle kolayca elini kolunu sallayarak gireceği bir yer değil. Bahsettiğim o hastayı kontrol etmesi için Hussein'i hastaneye gönderdim. Ama bu mesele bir deliyi aşmışa benziyor. Çünkü güvenlik kameraları öğleden beri kayıt almıyormuş. Biri güvenlik sistemine sızmış. Adamın adı kullanılmışa benziyor. Bir haftalık kamera kayıtlarının incelenmesini istedim gülleri içeriye sokan kişiyi bulmak için. Oradan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Her gün yüzlerce kişi içeriye girip çıkıyor. Güller de bugün içeri girdiğini düşüneceğimiz kadar taze değil. Muhtemelen müşterilerden biri tarafından valizde sokuldu içeriye. Gene de biri o güllerle içeri girmiş mi diye Tarık'la Hamza sorup araştırıyorlar. Çok can sıkıcı!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...