Biri bileklerimi ovuyor, uyanmam için ıslak elleriyle yüzüme dokunarak Arapça bir şeyler söylüyordu. Konuşulan her şeyi duyuyor ama gözlerimi açamıyordum bir türlü. Konuşacak gücü bulabilsem beni uyandırmaya çalışan şu ıslak elli kadına beni rahat bırakmasını söyleyecektim. Birkaç dakika sonra kendime geleceğimi biliyordum. Niye biraz uyumama izin vermiyorlardı.
Burada neler döndüğünü, neden bu kadar ilkel yöntemlerle uyandırılmaya çalışıldığımı, şu telaşın sebebini merak ediyordum. Aslanın pençeleri omzuma dokunmuştu en son. Omzumu, belki kolumu da kopartmış olmalıydı. Acı hissetmiyordum. Uyuşturulmuş olmalıydım. Daha uyanamadan yeniden içim geçecek oldu. Sonra yüzüme daha ıslak bir tokat yedim. Gözlerimi açsam şunu yapana bir tokat da ben geçirirdim! Tabi hala kolumu kullanabiliyorsam.
Tepemde bir gürültü dönüyordu. İki farklı kadın sesi ve biraz daha ileriden telaşlı bir erkek sesi. Güç bela gözlerimi aralayıp beni tokatlamaktan vazgeçmeleri için elimi hafifçe savurarak kadınları yanımdan uzaklaştırdım. Hastanede değil bir evin büyük salonundaydım.
Kadınlar heyecanla ileride yüzü pencereye dönük olduğu halde biriyle telefonda konuşan adama seslendikleri zaman Zaydan telefonu kulağından çekip yanıma geldi.
"Şükürler olsun, Kendine geldin!"
Uzandığım yerden doğrulup omzuma, kollarıma, ayaklarıma baktım. Tek parçaydım. Az ileride dikilen kadınlara, kadınlardan birinin elindeki kabın kenarlarından damlayan suya baktım öfkeyle. Bu iri yarı kadınlar ölmek üzere olan birini bile tokatlaya tokatlaya ölmekten vazgeçirirlerdi. Yüzümden aşağıya damlalar süzülüyordu hala. Yüzümü kopmadığı için şükrettiğim omzuma sildim.
"İyi misin?"diye sorduğu zaman oturduğum koltuğun önündeki sehpaya oturmuş mahcup bir ifadeyle beni izleyen Zaydan'a çevirdim öfkeli bakışlarımı. İyi miymişim! Aslan'ın kafesine sokmuştu beni. Kolumu, bacağımı hatta canımı kaybedebilirdim.
"Özür dilerim. Bu kadar korkacağını bilmedim."
"Bir bardak su alabilir miyim?" Hala ıslak hissettiğim yüzümü sıvazladım iki elimle. Zaydan su istediğimi kadınlara Arapça olarak söylediği zaman kadınlardan biri su getirmeye gitti.
"Nasıl kurtardınız beni aslandan?"diye sorduğum zaman tuhaf bir soru sormuşum gibi anlamazca baktı.
"Birden çığlık atıp bağırmaya başladın. Sonra da bayıldın. Biz de seni eve taşıdık."
"Kafamı ısıracaktı. Pençesini omzumda hissettim!"
Zaydan'ın ciddiyeti, telaşı kayboldu. Birden gülmeye başladı.
"Malik kimsenin kafasını ısırmaz. Aslan sana yaklaşmadı."
Daha fazla tartışmayacaktım karşımda gülen bu kaçıkla. Az sonra kadın su getirdi. Suyu ağır ağır içtim. Hala karşımda, sehpada oturuyordu Zaydan. Dalga geçer gibi beni izlediğini biliyordum. Onunla göz göze gelmemek için karşıya bakmıyordum.
"İyisin değil mi? Ben doktoru aramıştım ama sen çabuk kendine geldin."dediği zaman yüzüne baktım. Sandığım gibi alay eder bir tavrı yoktu karşımdaki adamın.
"Birden aslanla karşı karşıya kalınca çok korktum. Siz korkmuyordunuz ama hayvan benim korktuğumu hissederse bana saldırabilirdi."
"Malik öyle bir canavar olsa seni oraya götürmezdim. Hem dediğin gibi olsaydı bile ben onu tutardım. Sana zarar vermesine izin vermezdim."
"Zaydan Bey, benimle dalga mı geçiyorsunuz?"
"Neden dalga geçeyim?"
"Nasıl tutacaktınız koca aslanı?" Kahkahayla güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
Roman d'amourUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...