Qusay'a Paris'e gittiğimi söylediğimde daha nedenini bile sormadan keyfince dünyayı dolaşıyorsun ama Mısır'a gelmiyorsun, diyerek beni suçlamaya başlamıştı. Mısır'a gideceğim zaman o gün görüşemeyeceğimizi söyleyip planımı iptal ettiren de sonrasında bir kez olsun konusunu açmayan da oydu. Bir kez gel, dese gidecektim. Üstelik dünyayı gezdiğim falan da yoktu. Paris'e niye gittin, kiminle gittin bile dememişti. Tek derdi gitmiş olmamdı. Çok şaşırtmıştı beni. Çok büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Ben onu başkalarına karşı böyle savunurken beni manasızca suçlaması ağırıma gitmişti. Eğer Zaydan'la gittim diye kıskançlık yaparak suçlasaydı böyle ağırıma gitmezdi. Son zamanlarda değişmişti Qusay. Onu tanımakta güçlük çekiyordum. Bütün gerginliklerine, manasız kavga çıkartma sebeplerine askerde oluşunu, stres altında oluşunu bahane edip alttan alıyordum. Ama yorulmuştum artık. Kaç zamandır ailemden uzakta, oradan oraya koşturup duruyordum. Yalnızca onun anlayış beklemesi haksızlık değil miydi?
Son konuşmamızda sağlam bir kavga çıkartmıştı. Daha önce yapmaya çalıştığı gibi beni küstürüp bu arabesk tavırla stresini atmaksa niyeti beni bu kadar değersiz hissettirdiği için, bu çocukça tavırları için onu affetmem daha zor olacaktı.
Terhisine iki gün kalmıştı. Dört gün önceki tartışmamızdan beri görüşmüyorduk. O terhis olup kafasını toplamadan önce de konuşmama kararı almıştık. Bu süreçte işlerime gömülmüştüm iyice. Ben de Dubai'deki bu askerlikten bir an önce terhis olmak istiyordum.
Defalarca elim telefona gitmişti ama o günkü sözleri yüzünden vazgeçmiştim her seferinde. Vakit geçtikçe hem kendime hem ona hem de bu işi başıma açtığı için Zaydan'a daha çok kızıyordum.
Paris'ten döndüğümüzden beri bu adamın üzerine daha fazla düşünüyordum. Çok tuhaf biriydi Zaydan Hatem. Patronum olmaktan uzaktı. Arkadaşım olmaktan daha uzaktı. Hiçbir şeyim değildi. Ama hayatımın bütün ipleri elinde gibi beni parmağında oynatıyordu tanıştığımızdan beri. Ben böyle biri değildim. Arkadaş ortamında grubu toplayan, yapılacak organizasyonlara karar veren, en çılgın olaylar da bile grubu itirazsız peşinde sürükleyen lider tiplerden biriydim. Ama nasıl oluyorsa bu adam akışın içinde bir punduna getirip dilediği yöne çekiyordu beni. Ne yapıyordu, nasıl yapıyordu anlayamıyordum. Adamda Allah vergisi, bir hipnoz yeteneği vardı herhalde. Yoksa ne yakışıklılığının ne işinin, ne gücünün, ne malı mülkünün, ne de başka cevherlerinin etkisindeydim.
Bereket versin Paris'ten sonra onu da görmemiştim. Birkaç kez yardımcısı Tarık'ı görmüştüm AVM'de ve otelin yakınlarında. Geçen günkü atışma yüzünden mi yoksa Paris'te Zaydan'a onun yerine eşlik ettiğim için mi bilmiyorum benden hiç hoşlanmadığı belliydi. Göz göze geldiğimiz zaman başını çevirmişti çocuk gibi. Çok da umurumdaydı ya!
Bir öğle vakti Hiba'yla yemekten dönmüştük ki Zaydan'ın teyzesi Meryem'le karşılaştım AVM'de. Onu görünce şaşırmıştım. Beni aradığını söylediğinde daha çok şaşırmıştım. Bir yerlerde bir şeyler içelim, dediğim zaman Ayşe'yle buluşacağını beni de almaya geldiğini söylemişti. Kol kola girip konuşa konuşa çıktık AVM'den.
Meryem Teyze dün gelmişti Paris'ten. Bir nişan için, diyordu gözleri parlayarak. Ayşe'nin Zaydan'la bağı olmayan kuzenlerinden birinin nişanıymış.
"Sen de yarın nişana gelsene bizimle."dedi Ayşe heyecanla.
"Çok naziksin Ayşe. Gelin'e de damada da mutluluklar."
"Yani, gelecek misin?"
"Hayır. Tanımadığım insanların nişanında ne işim var?"
"Onları tanımak zorunda mısın? Bizi tanıyorsun işte."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...