PİNOKYO PRENS 🤴 41

12.9K 720 82
                                    

İki buçuktan beri Atatürk havaalanındaki bekleme salonlarından birinin koltuklarında oturuyordum. Türkiye'ye gelmiştim ama değil Sakarya'ya dönmek havaalanından dışarı bile çıkamıyordum. Her şeyimi kaybetmiş gibiydim. Etrafımda akıp giden kalabalık iki buçuk yıl gibiydi. Hep birileri gelip gidiyordu. Zaydan'ın Qusay'ın hayalleriyse gitmiyordu gözümün önünden. Yanı başımda bekliyorlardı. Bir ara ikisi bir kişi oluveriyordu. Gülüyorlardı halime.


Ülkemdeydim. Türkiye'ye gelmiştim gelmesine ama ne olacaktı şimdi. Yaralıydım. Bitkindim. Üstelik ne valizim vardı elimde ne de telefonum. Ne yapacaktım şimdi? Nasıl böyle karşılarına çıkıp da kızınız geldi, diyebilirdim? Hangi aile dayanabilirdi evlatlarını böyle görmeye. Rol yapmaya gücüm var mıydı ki benim? Acıları bir nebze olsun aşıp rol yapacak takati bulmadan önce gidemezdim Sakarya'ya. Ama havaalanında da kendime gelemezdim ki?

Saat altıya kadar havaalanında bekledim. Bir güvenlik görevlisi gelip yardıma ihtiyacım olup olmadığını sorduğunda artık orayı terk etmem gerektiğinin farkına vardım. Hiçbir şey söylemeden çantamı alıp saatlerdir oturduğum koltuktan kalktım. Telefon kartı alıp havaalanının telefonlarından birinin başına gittim. Bu halde arayabileceğim çok kimse yoktu. Ezberimdeki numaralardan tek seçeneğim olan tuşlara basıp Yaren'i aradım.

"Alo?"dedi uykulu bir sesle.

"Yaren, Gülfem ben."

"Gülfem, hayrolsun sabah sabah." Sesi panikle canlanmıştı.

"Yaren çok kötü şeyler oldu. Çok kötü durumdayım. Ne yapacağımı da bilmiyorum. Yardım et bana." Gözyaşlarım düşmeye başlamıştı gene.

"Gülfem korkutmasana beni! Ne oldu?"

"Sessiz konuş biraz. Duyurma kimseye. Ben İstanbul'dayım. Atatürk havalimanında bekliyorum geceden beri. Annemlerin geldiğimden haberi yok. Sakarya'ya dönemeyecek kadar dağılmış durumdayım. Büyük bir ihanete uğradım. Sana ihtiyacım var. Gelemez misin buraya?"

"Tamam. Sakin ol bir. Ne olduğunu söyle önce."

"İki buçuk yıl boyunca aldatılmışım. Zaydan aslında Qusay'mış. Yıllardır bir yalana inanmışım Yaren."

"Ne demek Zaydan Qusay'mış?"

"Telefonda açıklayacak durumda değilim. Çok kötüyüm. Benim döndüğüm duyulmasın şimdilik. Annenler de duymasın. Bir bahane uydur İstanbul'a gel ne olur. Delirmek üzereyim."

"Tamam. Sen şimdi sakin ol. Bekle orada. Ben hemen yola çıkacağım."

"Dikkatli gel. Telefonum yok benim. Yarım saat sonra kartlı telefondan bir daha ararım."

"Dur bir dakika! Benim gelmem nereden baksan iki, üç saati bulur. Noyan'ı arayacağım şimdi. Hemen gelip alsın seni oradan."

"Hayır. Beklerim ben seni. O beni bu halde görmesin. Babamlara da söyler."

"Gülfem beni daha çok korkutuyorsun. Ne var halinde? Arayacağım Noyan'ı. Ben de hemen çıkmaya çalışacağım. Tamam mı?" Tereddüt ediyordum. Noyan ispiyonlar mıydı babama? Söylemezdi. Ama çok kızacaktı aptal olduğumu söyleyecekti. Gene de dinleyecek, akıl verecekti. İki saatten fazla sürerdi Yaren'in buraya gelmesi. O kadar daha burada bekleyecek gücüm de yoktu doğrusu.

"Tamam. Dış hatların önünde bekleyeceğim."

***

Yaren ona ulaşabilirse Noyan gelirdi mutlaka. Noyan gelmeden önce biraz toparlanmak istiyordum. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Elimdeki sargı ıslanınca daha fazla kirlenmiş, kuruyan kanın rengi sargının üstüne çıkmıştı. Dakikalarca üstümü başımı toparlamaya çalıştım. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi, kızaran yüzümü soğuk suyun yardımıyla yatıştırmaya çalışsam da çok işe yaramamıştı. Gene de daha iyi görünüyordum sanki.

DUALARIMIN PRENSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin