Mutfağın olduğu zemin kata inmiştik. Hizmetçi kimse görmeden mutfak malzemelerinin geldiği depo kapısından çıkarttı beni. Deponun önünde bir araç bekliyordu. Gidip o araca binmemi işaret etti. Kalbim sıkışıyordu. Çağrı'yı gösteren başka bir videoyu açmış tutuyordu elinde. Çaresizce gidip arabaya bindim.
Evin arka kapısından çıktık. İçeri giren araçlar denetleniyordu ama kimse çıkan araçlara bakmıyordu.
*****
11. gün. Endişeyle geçen 11 günün ardından hapsedilmiş hissettiğim o duvarların dışına çıkmıştım. Ne var ki bu bir kurtuluş değildi. Özgürlüğümü vermiyorlardı bana. Kötü şeyler olacaktı. İçinde olduğum minibüsün tekerlekleri ölüme dönüyordu. Her şey yoluna giriyor dediğim zamanlarda defalarca ölümü hatırlatan, beni iki defa ölümün kıyısına getiren kişi artık intikamını almak için Gülfem'i teslim alıyordu.
Geri dönemeyecektim. Annemi, babamı, kendisine zarar vermekle tehdit ettikleri kardeşimi, Zaydan'ı göremeyecektim bir daha. Benim hikâyemin sonuna gidiyordu bu siyah minibüs. Ölüme gidiyordu.
***
İdam mahkûmu bir adamın ipe giderken hissettiği o korku şimdi de benim içimi titretiyordu. Arabayı kullanan adam hiçbir şey konuşmuyordu. Şoför koltuğunun arkasındaki ekranda basket oynayan çocukların görüntüsü vardı. Çağrı da o çocukların arasındaydı. Arada bir kardeşime silah doğrultan bir adamın eliyle silah da ekrandan görünüyordu.
Ağlayarak arabayı kullanan adama kardeşime dokunmamaları için yalvarıyordum. Hiçbir şey söylemeden yola devam ediyordu.
Kabus gibiydi! Evet, bu gerçek olamazdı. Son günlerde yaşadıklarım yüzünden kabus görüyordum. Müzik kutusundaki ses kaydını dinlemiştim. Büyükanneyle konuşmuştum. Zaydan'ı asla bırakmayacağım, demiştim. Sonra yatağa uzanıp uyumuştum. Şimdi de kabus görüyordum. Ama içimdeki korku neden bu kadar gerçekçiydi? Uyanmak istiyordum!
***
Evden yeterince uzaklaştıktan sonra çorak toprakların ortasında bekleyen başka araçların yanında durdu araba. Birileri gelip aceleyle kapıyı açtılar. Kolumdan tutup aşağıya indirdiler beni. Bir adam ellerimi arkadan bağladı. Gözümü de bağladılar. Ben korkuyla ağlarken beni bir arabaya bindirdiler. Sanki dilimi yutmuşum gibi hiçbir şey söyleyemeden ağladım dakikalarca. Çağrı, annem, babam... Hiçbir şeyden haberleri olmayan aileme bir şey olmasından korkuyordum. Dakikalar sonra sadece beni nereye götürdüklerini sorabildim. Cevap vermediler.
Araba durduğunda kalbim de durmak üzereydi. Birileri arabadan indirdiler beni. Koluma girmiş bir yere götürüyorlardı. Artık daha fazla gidemeyecektim. Dizlerimde derman kalmamıştı. Kollarımdan sıkıca tutan eller bedenimi Azraile sürüklüyordu. Ne arabayla üzerime geldikleri gün ne de arabamın kurşunlandığı gün... Ölümü daha önce bu kadar yakın ve acı hissetmemiştim. Bu basit bir ölüm olmayacaktı. Bir araba kazası ya da kurşun gibi de olmayacaktı. Hafza'nın o gün telefonda Zaydan'a söylediklerini hatırlıyordum.
Ölümün yaklaştığını hissettikçe beni çeke çeke götüren o güçlü ellere karşı daha fazla direnmeye başlamıştım. Öyle ki artık Çağrı'yı kurtarmak için kendi ayaklarımla bu insanlara teslim olduğum için bile kendimi sorguluyordum.
***
Işığın gözümün önünde parladığı kızıl aydınlıktan karanlık bir yere sürükleniyordum. Sanki korkunç ruhlar yanımdan haykırarak geçiyorlardı. Dilimde dönen duaları tekrar tekrar okuyordum. Gözyaşlarım gözümdeki bandın arasından tere karışmış yanaklarımdan düşüyordu.
Duadan başka bir şey bilmiyor gibi sadece dua ederek kolumu çekiştiren o güçlü ellerin eşliğinde sürüklenerek karanlıkta bir süre ilerledim. Sonunda bir zindan kapısının kilidi gibi bir kilit sesi dualarımı hançerleyerek boşlukta yankılandı. Nasıl bir yerdeydim? Aslanlara mı atacaklardı beni? Nasıl öldüreceklerdi? İdam mahkûmu olsam hiç değilse bilirdim ki boynuma bir ip geçirecekler. Ama şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...