Gülfem gelmişti! Üzerinde bembeyaz bir elbiseyle karşımdaydı işte. Her zamankinden daha güzel gülümsüyordu. Affetmişti beni. Kelebek bahçesinde gül ağaçlarının arasındaydık.
"Sevgilim,"diyordum. Cevap vermiyordu. Sıcak bir gülümsemeyle elini uzatıyordu sadece. Sevinçle kollarımı açıp ona doğru bir adım atıyordum. Sonra bir şey engel oluyordu Gülfem'e gitmeme. Kımıldayamıyordum. Gökyüzünü bir anda kapkara bulutlar dolduruyordu. Bahçenin bütün gülleri boynunu büküp solarken korkunç bir kahkaha yankılanıyordu kulaklarımda. Başımı çevirip iki yanıma bakıyordum. Korkunç suratlı iki mahlûk kollarımı tutuyordu. Gülfem! Gülfem'e bakıyordum. Ağzında bir bant vardı. Islak gözleri korkuyla bakıyordu. Bana engel olanlardan kurtulup yanına gidemiyordum. Çırpınmalarım boşunaydı. Bırakmıyorlardı beni. Bağırmak istiyordum ama sesim de çıkmıyordu. Yanımdaki iki mahlûka tekrar bakıyordum. Ellerinde bıçakla kahkaha atıyorlardı. Sonra gözlerimi bu ifritlerden çekip yeniden Gülfem'e bakıyordum. Titreyen ellerini ağzına götürüp bandı açıyordu. Ellerinde kan vardı. Beyaz elbisesi kandan kıpkırmızı olmuştu. Ben korkuyla çırpınıp ona gitmek için çabalarken dudakları aralanıyor ve kısacık bir şey söylüyordu. İçimde yankılanan seslerin çığlığından ne söylediğini anlayamıyordum. Gülfem yere düşerken kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Feryat figan ben de kendimi yere bırakınca yanımdaki mahlûklar da diğer her şey de kayboluyordu. Soğuk bir çöle dönüşüyordu her yer. İçimde tarifsiz bir acıyla son bir çaba ayağa kalkıp uçsuz bucaksız çölde bir o tarafa bir bu tarafa koşturup Gülfem'e sesleniyordum. Gülfem kırmızı bir elbiseyle ileride bir kaktüsün yanında yere bakıyordu. Sevinçle koşup yanına gidiyordum. Tam yanına gittiğim anda tekrar kaybolmuştu. Deli gibi etrafıma bakınıyordum. Uçsuz çölde yapayalnız kalmıştım gene. Önce yanımdaki kaktüse sonra da biraz önce gördüğüm Gülfem'in baktığı noktaya bakıyordum. Hemen ayaklarımın dibinde yaprakları dökülmüş bir gül vardı. Yere diz çöküp bilinçsizce gülün altındaki kumları kazmaya başlıyordum. Gülfem oradaydı! Üzerindeki kumları aceleyle temizleyip Gülfem'i kucağıma alıyordum. Üzerindeki elbise de, saçları da yüzü de ıslanmıştı. Kolları iki yana düşmüş halde gözlerini kapatmış kucağımdaydı. Neden açmıyordu gözlerini!
"Gülfem, Gülfem!" Sesime karşılık alamıyordum. Ben çığlık atıp ağlamaya başladığım anda bir adam geliyordu yanıma. Öfkeyle bakıyordu bana. Sonra bağırıyordu.
"Senin yüzünden! Onu öldürdün!"
***
Sıçrayarak uyanmıştım. Ellerimle yüzümü kapatıp bekledim bir süre. Sadece bir kâbustu. Gülfem gittiğinden beri her gün gördüğüm o kâbusların en korkuncu bugün gördüğümdü. Dün o herif arayıp Gülfem'le nişanlandıklarını, bir daha Gülfem'i aramamamı söylediğinden beri devam eden kâbusun bir parçasıydı bu da. Çamur Adam'ın söyledikleri çıkmıyordu aklımdan. Çıldırmak üzereydim.
*****
Toplantı bitmişti. Sekretere kimseyi içeri almamasını beni rahatsız etmemelerini söyleyip odama girmiştim. Pencerenin önünde dikilmiş şehri izliyordum. Bugün bulutluydu hava. Gülfem her fırsatta sıcaktan şikâyet ediyordu. Burada olsa bu havayı severdi. Qusay olsam arardım onu. Sesini duyunca güneş açardı içimde. Günlerdir doğmuyordu güneş. Kalbimdeki yaşam ölüp gitmiyordu da bu karanlıkta. Aşk sevgilimin yokluğunda korkunç bir canavara dönüşmüştü. Kalbime saldırıyordu. Beynime, düşüncelerime saldırıyordu. Rüyalarıma, hayallerime saldırıyordu. Düşmekten, teslim olmaktan, bu canavara yenilip olmaz şeyler yapmaktan korkuyordum. İnsanlığımı bile kaybetmek üzereydim. Kalbini kırmadığım kimse kalmamıştı etrafımda. Gülfem'in gidişi gözümün gördüğü herkesin suçuydu sanki. Şehri yakan güneşin suçuydu. Yıldızları patlatırken kuşları da öldürenlerin suçuydu. Çöle yağmayan yağmurların, turist eğlemek için kondurdukları kaktüslerin, develerin, Kelebek Bahçesi'ndeki insanlara alışkın papağanların, sürekli paradan, yatırımdan bahseden işadamlarının, toplantıların, vitrin camlarının en çok da aynaya baktıkça gördüğüm o adamın suçuydu gidişi. Merhamet et, gelme artık peşimden, demişti. Ne kötü bir acıydı bu. Dayanamıyordum artık. Unutmak istiyordum. Kalbimi söküp atmak istiyordum. Eskiye, onu hiç tanımadığım günlere dönüp hiç sevgi tatmamış olmaya bile razıydım. Dönemiyordum. Nereye baksam onun getirdiği renkleri arıyordu gözlerim. Delirmek üzereydim. Bir kadın karşısında nasıl bu kadar aciz kalırdım? İçimdeki bütün nefreti dizginlemeye, asi duyguları ehlileştirmeye nasıl olurdu da bir bakışı, bir gülüşü, sesi yeterdi. Böyle severken nasıl dayanabilmiştim günlerdir onu görmemeye? Gelme peşimden, demişti. Merhamet et, demişti. Beni öldürdün, demişti. Nasıl kıyardım ona? Kalbimi söksem acılarımın dineceğini bilsem de o içinde diye kaldırıp atamazdım. Nasıl kıyardım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...