Otele döndüğümde saat altıya geliyordu. Lobideki çalışanlara selam vermiş asansörlere doğru gidecektim ki çalışanlardan biri durdurdu beni.
"Gülfem Hanım, bir misafiriniz var."
"Kim?"diye sordum. İlerideki koltuklarda oturan şapkalı bir adamı göstertti.
"Tamam. Teşekkür ederim." Koltuğa doğru yürüdüm. Adama yaklaştım. Kimdi bu? Khalid mi gelmişti? Yok. Ona benzemiyordu. Kimdi, kimdi?
Tam arkasındaydım. Birden sağ tarafına çevirdi yüzünü.
"Noyan!"dedim heyecanla. Başını çevirip bana baktıktan sonra gülümseyerek ayağa kalktı. Karşısına dikildim şaşkınlıkla. "Serseri! Niye haber vermedin?"
"Sürpriz yapmak istedim."
"Çok iyi yapmışsın. Dur bir bakayım sana."diyerek daha bir heyecanla süzdüm Noyan'ı. "Valla buradasın!" Sevinçle ellerimi ağzıma götürdüm. Tanıdık birini görmek ne güzeldi. Keşke Yaren de gelseydi. Şu günlerde Yaren'in bir sürpriz yapması ne güzel olurdu.
Karşısındaki koltuğa oturduğum zaman o da az önce kalktığı yere oturdu.
"Anlatsana doktor, nasılsın, işler nasıl gidiyor, Türkiye nasıl, bizimkiler nasıl, böyle bir sürpriz nereden esti, ne kadar tatilin var?"
"Yavaş ol biraz. Konuşurken nefes al."dedi gülerek.
"Aaa, çok aptalım. Yorgun olmalısın. Hemen soru yağmuruna tuttum seni. Odanı ayarlayalım hemen. Git dinlen biraz."
"Saat birde geldim otele. Odama yerleştim bile. Bir saattir senin işten dönmeni bekliyorum lobide."
"Akşam yemeği yemedin değil mi?"
"Seni bekledim."
"Harika. Ben de açlıktan ölüyorum. Hadi gidip bir şeyler yiyelim."
*****
Yakınlardaki geleneksel restoranlardan birine gelmiştik. Yemeğimizi yerken Noyan bütün sorularımı cevaplamıştı. O kadar çok soru sormuştum ki belki de geldiğine pişman olmuştu. Ama merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki...
Yemekten sonra sahilde yürüdük. Şehri çok iyi biliyor gibi daha önce yalnızca uzaktan gördüğüm yerleri bile uzun uzun anlatıyordum. Turistlerin arasına karışıp su gösterisini izledik. Geleneksel sergileri gezdik. Fotoğraf çekinip annemlere gönderdik. Otele döndüğümüzde saat 11'e geliyordu. Yarın üniversitedeki profesörle randevum vardı. Sonrasında birkaç saat kütüphanede olacaktım. Öğleyin işimi bitirecektim. Sonra Noyan'la gezmeyi düşünüyorduk. Noyan'a öğlene kadar uyuyup dinlenmesini söylemiştim.
***
Sabah üniversiteye giderken Noyan da lobide beni bekliyordu. Benimle gelmek istediğini söylemişti. Onun için sıkıcı olacaktı. Gene de gelmek istiyorsa itiraz etmezdim.
Üniversiteye beraber geldik. O kütüphanedeyken ben profesörle görüşmüştüm. Sonra kütüphaneye, Noyan'ın yanına gittim. Psikoloji kitaplarının olduğu bölümdeydi. Birkaç kitap alıp karşısına oturdum.
Üniversite sınavlarına hazırlanırken de birlikte kütüphaneye ders çalışmaya giderdik bazen. Yaren'le ikimiz birbirimizle fısırdaşmaktan, birileri uflayıp puflayıp sertçe bakınca ufak notlarla saçma sapan konuşmaktan ders çalışmaya vakit bulamıyorduk bile. Sanki bizi kütüphaneye zorla götürüyorlardı. Konuşmak istiyorsak neden kütüphaneye gidiyorduk acaba? Herhalde ders çalışır görünmek içindi. Ama Noyan'ı pek etkilemezdi bunlar. Ona gönderdiğimiz notlara cevap vermek şöyle dursun, okumazdı bile çoğu zaman. Tabi bazen o da uyardı şeytana. Kâğıt üzerinden Yaren'le kavga ettikleri bile olurdu. O notları biri görse çıkışta saç baş birbirlerine girecekler sanırdı. Ama sözlü kavgaya girişmez, birbirleriyle muhatap olmamaya gayret gösterir sessizce küserlerdi. Ben bir hileyle arayı bulana kadar.
Noyan'ın yanında esamemiz okunmasa da Yaren'le ben de tembel sayılmazdık. Yalnız kalınca çok çalışır, bir araya geldik mi şeytana uyardık. Noyan inek tiplerin başı çekenlerindendi. Nadiren yoldan çıkartabilirdik onu. O vakitlerde de bizden beter olurdu milletle alay etme, alttan ortalığı karıştırma işinde. Kimse ondan beklemediği için suç bize, en çok da bana kalırdı.
Sorularımızı öğretmenlerden çok Noyan'a çözdürürdük o zamanlar. En karmaşık soruları saniyeler içinde çözen bir dahiydi. Doktor olacağının sinyallerini ilkokuldan beri veriyordu zaten. Babası, oğlunun da kendisi gibi beyin cerrahı olmasını istiyordu ama Noyan psikiyatriyi seçmişti. Şimdi babasıyla birlikte İstanbul'da kendilerine ait bir hastanenin başındaydı. Sakarya'da da bir hastaneleri vardı. Onun nasıl bir doktor olduğu, yönetici olduğunu bilmesem de az çok tahmin edebiliyordum. En ufak düzensizliğe, gevşekliğe müsamaha göstertmiyor olmalıydı. Çalışması zor patronlardan biriydi muhtemelen.
Tüketim üzerine yazılmış bir kitabı okuyor görünüyordum. Aklım buralarda değildi. Noyan'a baktım. Lise yıllarındaki gibi kalemini elinde çevirerek kitaba bakıyordu. Tıpkı sınava hazırlandığımız yıllardaki gibi hissediyordum. Noyan'a şu probleme bir baksana, demek istiyordum ama bu seferki problem öyle zordu ki Noyan bile çıkamazdı işin içinden.
Çantamdan kâğıt kalem çıkartıp lise yıllarındaki gibi bir not yazdım. "Sence matematiğin yanıldığı olur mu?" Noyan'ın önüne koydum notu. Bana bakmadan aldı. Cevabını yazıp gönderdi. "Sadece Kadir-i Mutlak olan yanılmaz."
"Yani iki kere ikinin dört etmeyeceği durumlar var mıdır?"
"Elbette. İki kere iki sadece işimize öyle geldiği için dörttür."
"Biliyor musun, sıfırla bir arasında eksik bir rakam var."
"Neymiş o rakam?"
"Nasip"yazdığım kâğıdı Noyan'ın önüne koydum. Bir süre düşündü. Hatta uzun bir süre kalemini evire çevire düşündü. Yüzüne bakılırsa söylediğim rakamın hesabını yapıyordu kafasında. İnandığım, savunduğum değerlere kalbim taş koymaya başlayınca ben de uzun uzun hesap yapmıştım. Sonra o taşa bir ad bile koymuştum işte. Nasip.
Az sonra bir şey yazdı nota. Önüme koydu.
"Haklısın. İçinde nasip, diye bir rakam olmayan matematik hiçbir şeyi çözmüyor."
*****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUALARIMIN PRENSİ
RomanceUçak Kahire havaalanına indiğinde saat 19.30'u geçiyordu. Üzerimde kan olmuş saks mavisi bir elbise, elimde, içinde telefon bile olmayan bir çantayla, numarasını bile ezbere bilmediğim O adamı görmeye gelmiştim. O'nu nasıl mı bulacaktım? Ben O'nu bu...